16 Temmuz 2008 Çarşamba

Fatsa, Ordu

Fatsa, Ordu ilinin bir ve Karadeniz Bölgesi'nin ikinci gelişmiş ilçesidir. Konumu itibariyle, Samsun'a 115 km uzaklıkta ve Karadeniz'in hemen kıyısındadır. Ordu ilçe merkezinin de 55 km kuzeyinde bulunmaktadır.(Karadeniz Sahil Yolu projesi kapsamında inşaa edilen Türkiye’nin en uzun karayolu tünelinin de bulunduğu Bolaman-Perşembe geçişi trafiğe açıldı. Bolaman tünelleri sayesinde, Ordu-Fatsa arasındaki ulaşım süresi bir saatten 20 dakikaya indi.)

Fındık üretiminin yaygın olması ile tanınan ilçe, bu özelliği ile Türkiye'nin dünyada en fazla organik üretim alanına sahip 30. ülke olmasına önemli derecede katkıda bulunmuştur.
Fatsa isminin, Satılmış Nahiyesi olarak kaydedildiği görülmüş, ancak Satılmış adı kısa bir süre sonra ortadan kalkıp, yerine tekrar Fatsa ismi kullanılmaya devam edilmiştir.
Fatsa coğrafi konumu nedeniyle tarih boyunca idari ve ticari bir merkez olmuştur. Özellikle ekonomisinin tarıma dayalı olması, bu özelliği kazandıran emellerden biridir. Ordu 2007 adrese dayali nüfus sayımı sonuçlarına göre Fatsa bölge nüfusu 68 bin 917´dir.96 bin 135 ise toplam nüfusudur
Tarihte Fanise, Phadsane, Pytane ve Facha olarak adlandırılan bölgelerde bulunmaktadır. Türkler tarafından kesin olarak 1380 yılında alınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, ilçedeki ticaretin hareketli olması, imparatorluğun ekonomi bakımından ilerleme kaydetmesini sağlamıştı. İpekyolu'nun ilçeye yakın olması, Fatsa'ya uzunca bir süre parasal bakımdan kazanç sağlamıştır. Fakat, coğrafi keşifler sonucunda, bu yolun fazla işlev görmemesi nedeniyle, ekonomik hareketlilikte duraklamalar meydana gelmiştir.

1992'de kurulan Ordu Üniversitesi'ne bağlı Fatsa Deniz Bilimleri Fakültesi bu ilçede bulunmaktadır.

TARİHİ

Şehrin ilk çağ tarihi ile ilgili bilgiler yeteri kadar bulunmamaktadır. Tarihi eserlerinin tahribi, o dönemlere ait kaynak yetersizliği, arkeolojik araştırmalara yeteri kadar önem verilmemesi, şehir hakkında az bilgilere ulaşılmasına neden olmıştur.

M.Ö. 400 yılında Fatsa ve çevresinde Kolhlar, Driller, Halipler, Mossinoikler ve Tibarenler gibi Yunan asıllı olmayan yerli kabileler yaşamıştır. Döneme ait önemli buluntulara Yapraklı köyü mevkisinde Çıngırt Kaya ve çevresinde rastlanmıştır.
M.Ö. 675 yılından itibaren sırası ile Kimmerler, Persler, M.Ö. 547 yılında, Makedonyalı imparator Büyük İskender, M.Ö. 334 yılında, komutanları ise M.Ö. 312 - 208 yılları arasında, Fatsa ve çevresine hakim olmuştur. Fatsa'da ilk çağ dönemlerinden en dikkat çekeni ise Pontus devridir. Pontus, M.Ö. 280 - M.S. 263 yılları arasında Fatsa'da egemen olmuştur. Pont hakimiyeti dönemi, Side olarak anılan yörenin daha da güçlenmesine neden olmuştur.

Fatsa'nın tarih sahnesinde önemli bir yer alması M.S. 1. yüzyıl'da başlamıştır. Mitridatın ölümünden sonra II. Farnak, M.Ö. 65-42 yılları arasında Roma'ya bağlı bir krallık olan Pont Devleti'nin başına geçmiştir. II.Farnak, bugünkü Fatsa'nın bulunduğu yerde hükümdarlığını sürdürürken, Roma'nın iç karışıklıklarından faydalanarak hem bağımsızlığını kazanmak hem de idaresini genişletmek için çalışmış fakat başarılı olamamıştır. II.Farnak, Fatsa'nın eski hükümet binasının bulunduğu alandır. kızı Fanizan adına bir şato inşa ettirmiştir. Bu şatodan dolayı kasabaya Fanizan adı verilmiştir. Sonraki yüzyıllarda Fanise, Phadsane, Pytane ve Faça adları ile anılan kasaba son olarak Fatsa adını almıştır.

Pont Devletinin sınırları içerisinde Fatsa yer almaktaydı. Kasaba, Şarl Teksiye'de, Fatizan şatosu, vilayet yıllıklarında ise Vadisane olarak adlandırılmaktadır. II.Farnak'tan sonra bölgeye ayrı bir sülaleden gelen Polemen hükümdarlık yapmıştır. M.S. 63 yılında Pont devri , Roma İmparatorluğu tarafından ortadan kaldırılmış, M.S. 395 yılında ise bu topraklar Roma İmparatorluğu tarafından, Bizans İmparatorluğu'na devredilmiştir.M.S. 391 yılından itibaren Anadolu'ya giren Peçenek ve Kuman Türklerinin akınları sonucu, Fatsa'ya ilk Türkler giriş yapmıştır.

Türklerin Fatsa yöresine kesin olarak yerleşmeleri, 1071 Malazgirt Savaşı sonrası meydana gelen akınlar sonucu sağlamıştır. Danişmend Gazi'nin beylerinden Sevli Bey, Ladik yöresinden harekete geçerek kısa sürede; Samsun, Ünye, Fatsa ve Giresun bölgelerini fethedip, Trabzon'a kadar ilerlemeyi başarmıştır. Bu olaylardan sonra yerleşen oymaklar sayesinde Türkleşme ve İslamlaşma süreci başlamıştır. Bu oymaklardan en önemlisi Çepni'lerdir. Çepniler bu alt yapıyı sağladıktan sonra 1380 yılında Hacı Emiroğulları adlı bir Türk Beyliğinin hakimiyet dönemi başlamıştır. 1427-1428 yılları arasında Yörgüç Paşa'nın Canik seferi ile Fatsa, Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde dahil edilmiştir. Hacı Emiroğulları dönemi Fatsa'daki Türk nüfusunun temelini oluşturmuştur.
13. ve 14. yüzyıllarda, kıyı kesiminde Ceneviz kolonilerinin etkileri görülmekteydi. Sahildeki tabya, Cenevizliler tarafından depo olarak kullanılmıştır. Bu zaman dilimi içerisinde Fatsa, Karadeniz'in önemli ticaret merkezlerinden biri olmuştur. Cenevizlilerin Karadeniz hakimiyetleri, II. Mehmet döneminde sona erdiği için Fatsa'yı bu dönem içerisinde terk etmişlerdir.. Fatsa'da Türk hakimiyeti dönemi 1380 yılında Hacı Emiroğulları beyliği ile, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise 1427-1428 yılları arasında başlamıştır.

Osmanlı Dönemi (1427-1922)

İdari Taksimat

Fatsa idari olarak Canik Sancağına bağlıydı. Osmanlı İmparatorluğu kayıtlarında Fatsa yöresinin adı "Satılmış - ı Mezid Bey" veya "Nahiye-i Satılmış-ı Ferid Bey" olarak geçmekteydi. 15. yüzyıl kayıtlarında Nahiye statüsündeki Satılmış, 16. ve 17. yüzyıl kayıtlarında ise kaza olarak geçmektedir. Yörede 15. yüzyıl'da tek bir kaza bulunurken 1642 yılında altı kaza ortaya çıkmıştır. Tapu defterine göre kazaların adları; Satılmış, Cevizderesi, Çöreği, Meydan, Sergis ve Keşdere idi. Katip Çelebi, bu kazalara Fatsa ve Vona bölgesinide eklemiştir. 1851 yılından 1856 yılına kadar kaza statüsünde olan Fatsa kasabası, 1869 yılından 1872 yılına kadar Ünye kazasına bağlı bir nahiye olmuştur. Kasaba 1878 yılında ise yeniden kaza yapılmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (o zamanki adıyla Büyük Millet Meclisi) 30 Kasım 1920 tarihinde başlayan Ordu ve Giresun sancaklarının oluşumu hakkındaki kanun ile ilgili yapılan görüşmeler sonucunda 4 Aralık 1920 tarihinde Ordu ve Giresun sancakları kurulmuştur. Merkezi, Ordu olmak üzere Canik sancağına bağlı Fatsa ve Ünye kazalarının bağlanması ile Ordu sancağı kurulmuştur. Fatsa ve Ünye halkı bu karara karşı çıkmış, ayretten Ünye sancağı'nın kurulması yönünde tekliflerde bulunmuşlardır. Ancak bu teklifler reddedilmiştir. Böylelikle Fatsa, 4 Aralık 1920 tarihinde Ordu'ya bağlı bir kaza haline getirilmiştir.

Sosyal Yapı

Etniklik ayrım kriterleri, Osmanlı İmparatorluğu toplumunda din ve kültür olarak benimsendiği için Fatsa da toplum yapısı iki grup altında incelenmektedir. Bunlar; Müslümanlar ve Gayrımüslim'lerdir.

Müslümanlar

Malazgirt Savaşı'ndan sonra Türkler, kademeli bir şekilde Karadeniz Bölgesi'ne yerleşmeye başladı . Danişmend Gazi' nin beylerinden olan Sevli Bey tarafından yönetilen Türkmen akımları sonunda Orta Asya ve Azerbaycan yörelerinden getirilen Karlı ve Karaöylü oymağının bir bölümü de Fatsa'ya yerleşmiştir. Bununla birlikte Fatsa'daki Müslüman Türk nüfusunun esasını Çepniler oluşturmaktadır. Çepniler, kendilerine ait beylikler kurmuşlardır. Tacettinoğulları ve Hacı Emiroğulları sayesinde Canik bölgesi, Türk ve Müslüman kimliğine sahip olmuştur. 1427-1428 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na dahil olan Fatsa'nın 15. ve 16. yüzyıllarında, Müslüman nüfus oranı %90 oranındaydı.

Gayrımüslimler

Fatsa'da Türk hakimiyetinden itibaren Hristiyan nüfusun genel nüfusa göre oranı çok düşüktü. Burada yaşayan Hristiyanların bir kısmı din değiştirmiş, bir kısmı da 20. yüzyılın başlarına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Hristiyan nüfusun oranı 15. ve 16. yüzyılın tapu kayıtlarında, %2 oranını geçmemektedir. 18. yüzyılın sonlarından itibaren bölgeye başka yerlerden göç eden gayrımüslimler olmuştur. Bu göçlere rağmen yukarıdaki Müslüman nüfusla ilgili tabloya bakıldığı zaman, Müslüman harici nüfusun çok az olduğu görülür. Bölgede o dönemde iki tür gayrımüslim toplulukları baş göstermekteydi. Bunlar; Rumlar ve Ermeniler'di.

Kafkas Göçleri ve Balkan Mübadilleri (1864-1923)

Kafkas Muhacirleri

Kafkas muhacirlerinin bir bölümü.

19. yüzyıl'ın son çeyreğinde Kafkas muhacirleri, Rusya'nın baskısıyla Karadeniz Bölgesi'ne ,ağırlıklı olarak Trabzon eyaletine göç etmiştir. Yapılan araştırmalarda Çerkez göçmenlerinin 1864 yılında Canik sancağına kayıt edildiği tespit edilmiştir. İskan edilen Çerkez gruplarının bir kısmı Fatsa'ya yerleştirilmiş , 1870 ve 1871 tarihli, Trabzon Vilayet Salnamelerinde nüfusları 901 kişi olarak belirtilmiştir. 1 Temmuz 1878 tarihinde Canik sancağına göç etmiş çok sayıda Abaza göçmenlerinin bir bölümü Fatsa'ya bağlı Çokdeğirmen ve Nefs-i Meydan Abaza köylerine yerleştirilmişlerdir. 1878 yılından sonra hızla artan göçmen kitlesi 1880 ve 1887 tarihlerinde Fatsa'ya yerleştirilmiştir. Batum muhacirleri adı verilen bu göçmenlerin yerleştikleri yerler Fatsa Muhacir Tapu Sicil kayıt defterinden çıkartılmıştır.

Balkan Mübadilleri

Mübadillerin bir kısmı.

Lozan Antlaşması gereğince mübadele söz konusu olunca, Türkiye'deki Rum kökenli nüfus İstanbul hariç, Yunanistan'a , Yunanistan'daki Türk nüfusun ise Batı Trakya hariç, Türkiye'ye göç ve iskanları sağlanmıştır. Mübadil adı verilen bu göçmenlerin yerleştirildikleri yerler arasında Fatsa kazası da vardır. Fatsa'ya yerleştirilen mübadillerin sayısı 801 kişidir. Mübadillerden yaşayan kimse kalmamıştır. Onların soyundan gelip mübadele konusunda düzenli ve sağlıklı bilgi toplayan tek bir kişi vardır. Bu tek kişi ise Yusuf Bul'dur.

Mübadiller, 1923 senesinin Mayıs ayı içerisinde Selanik'in Serez Kazası'ndan hareketle Kavala Limanı'ndan Gül Cemal Vapuru ile İstanbul'a gelmişlerdir. İstanbul'daki Veli Ağa Çayırı'nda bir hafta dinlendikten sonra bir başka gemi ile Fatsa'ya gelmişlerdir. Fatsa'ya gelen hane sayısı 770'tir. Fakat bu haneler normal hane değil bir veya iki kişiden oluşan hanelerdir. Mübadiller geldiklerinde içlerinde 15 yaşını doldurmuş iki erkek ile 55 yaşının üzerinde ihtiyarlar ve özellikle kadın ve çocuklar vardı. Bu insanlar şehre uyum sağlayamamışlardır. Çünkü buğday ve tütün yetiştiriciliğine alışkın olan mübadiller, mısır ve kendir üretimine alışamamışlardır. Büyük bir bölümü Samsun'a gitmiş, burada yer bulamadıklarından Amasya ve Tokat'a göç etmişlerdir. Yolculukları sırasında eşkıyalar tarafından soyulmuşlardır. Perşembe Yaylası'ndan hareket ederek tekrar Fatsa'ya gelmişler, bu yol esnasında çiçek hastalığı ve veba hastalığına yakalanmışlardır. Bir süre sonra, bu mübadillerin beşte biri hayatını kaybetmiştir.

Fatsa'ya geldiklerinde ise iskan haklarını kaybettiklerini öğrenmişler, bunun yanında kendilerine ayrılan yerler talan olmuştur. Samsun'a gitmeyip Fatsa'da kalanlar ise (Ömer Hoca ve Horoz Osman) merkez mahallede çok iyi yerlerde ikamet etmişlerdir. 770 hanenin 60 tanesi şehre yerleşmiş, diğerleri ise yüksek köylere çıkmışlardır. Yerleştikleri köylerin adları ise: Kumru, Derbent (şimdiki adıyla Kaya Mahallesi), Yaylacık, Kiremitli, Çokdeğirmen, Kayabaşı , Alanköy ve Gebeksedir. Mübadiller, Rumların bıraktıkları el sanatlarını devam ettirmişlerdir. Mobilyacılık, kalaycılık, bakırcılık ve terzilik meslekleriyle uğraşmışlardır. Mübadillerin ancak %30'u Fatsa'da kalmıştır. Bunun nedeni ise toprağın yetersizliği ve nüfusun her geçen gün artması olmuştur.

FATSA COĞRAFYASI VE İKLİMİ

Orta Karadeniz Bölgesi'nde yer alan Fatsa'nın, doğusunda Perşembe, batısında Ünye, güneyinde Korgan, Çamaş, Çatalpınar ve Kumru ilçeleri, kuzeyinde ise Karadeniz yer almaktadır.
Şehrin yüzölçümü, 552 km2'dir. Coğrafi bakımdan dağlık ve engebeli bir bölgede yer almaktadır. Rakım 10 metreden 550 metreye kadar çıkmaktadır. Kuzeyinde denize paralel olarak uzanan Canik Dağları, sahile kadar kademeli bir şekilde alçalmaktadır. İlçenin iki önemli akarsuyu olan Bolaman ve Elekçi derelerinin sahile yakın civarlarında düz araziler bulunmaktadır. İlçenin 10 km. güneydoğusunda bulunan Örencik köyünün sınırları içinde Gaga Gölü bulunmaktadır.

İlçe kısmen sahildeki alüvyon üzerinde, gerideki yamaçta yerleşmiş bulunmaktadır. Çevrede yapılan inşaat hafriyatlarından edinilen bilgiye göre yamaçtaki iskan bölgelerinde yer altı suyu mevcut değildir.

İlçenin düzlük kısımları ince kum ve killi zeminden oluşmuş olup, yer altı suyu çıkmaktadır Yamaçlarda ise üst tabaka 1,5 - 2 metreye kadar kil ve nebati örtü, taban ise çatlaklı mavi kalkerdir.

Dere ve dere yatakları çevresinde oluşan taban arazileri vasıflı, yani birinci ve üçüncü sınıf topraktan oluşmuştur. Vasıfsız tarım alanlarıda mevcuttur. Tarıma elverişli arazilerin % 80'inde fındık tarımı yapılmaktadır. Daha yüksek yamaçlarda ise ormanlık alanlar ortaya çıkmaktadır. Topoğrafyanın, kıyının gerisinde hemen yükselmesinden ve meyilinin fazla olmasından dolayı, ormanların yok edilerek tarım arazisine dönüştürülmesi olayına pek rastlanmamaktadır.
İlçede tipik Karadeniz iklimi hakim olup, yaz mevsimleri sıcak, kış mevsimleri ise ılık geçmektedir. Isı farkları oldukça azdır. Yaz mevsimlerinde bunaltıcı sıcaklar görülmez. Ukrayna tarafından gelen soğuklar, kışların orta seviyede karlı geçmesini sağlamaktadır.

GÖLKÖY, ORDU

Gölköy, Ordu ilinin bir ilçesidir.
Gölköy Ordu ilinin 3. büyük ilçesi olup merkez nüfusu 24.162'dir (2000 nüfus sayımına göre). Yüzölçümü 349 km²'dir.İlçe merkezi Ordu-Sivas karayolu üzerine kurulmuştur ve Ordu merkeze uzaklığı 63 km'dir. İlçe sınırları içerisinde iki doğal göl vardır: Ulugöl ve Gök Gölü. Ulugöl, 30.000 m²'lik alanıyla Ordu İlinin en büyük doğal gölü özelliğini taşır. Ulugöl İlçeye 15 km mesafede bulunurken, Gök Gölü ilçe merkezinde yer almaktadır.

Tarih

İlçe merkezi 17. yüzyıl ortalarına kadar Şıhman olarak bilinen köy yerinde kuruluyken bu yüzyıl içerisinde şimdiki yerleşim alanına taşınmıştır.
Gölköy, 1936 yılına kadar Ordu Merkez ilçesinin bağlı bir bucağıdır. 25 Haziran 1936 tarihinde ilçe statüsü verilmiştir. Belediye teşkilatı da aynı yılda kuruldu.

Bizans döneminde yapılmış ve Osmanlı dönemindede kullanılmış olan Habsamana Kalesi ile tarihi hamam ilçenin ziyarete değer yerlerinin başında gelmektedir. Son yıllarda Cihadiye Köyü ve Ulugöl başta olmak üzere ilçenin bir çok köyü doğal manzara meraklılarının akınına uğramaktadır.

Coğrafya

Orta Karadeniz'de yer alır. Ordu, kuzeyinde Karadeniz, doğusunda Giresun, batısında Samsun, güneyinde Sivas ve Tokat illeri ile çevrilidir. Konumu 40-41 derece kuzey paralelleri, 37-38 derece doğu meridyenleri arasındadır. Orta ve Doğu Karadeniz bölümlerinde toprakları bulunan bir ildir. Yüzölçümü 5963 km² dir.

İklim

Ordu`da tipik bir Karadeniz iklimi hakimdir. Kışlar serin, yazlar ılık geçer. Yılın hemen hemen bütün aylarında yağış vardır. Genelde ılıman bir iklim yapısına sahip olmakla, coğrafi yapısı itibarıyla, deniz ve kara olmak üzere iki farklı iklim karakteri gösterir. Kıyıya paralel bir duvar gibi uzanan dağlarla sahil arasında geçiş iklimi görülür. Ölçümlere göre, ensoğuk ay, ocak-şubat aylarıdır. Bu aylarda en düşük sıcaklık sıfırın altına inmekte, 6-7 derece dolaylarında gerçekleşmektedir. İç bölgelerde ensoğuk ay Ocaktır. Bu ayda en düşük sıcaklık -7 dereceye kadar inmektedir.
Kıyı bölümünde en sıcak ay Temmuz, Ağustostur. Burada kıştan bahara bilhassa yaza geçiş yavaş bir şekilde meydana gelir. Sonbahar ılık olup kış ortasına kadar sürer. İç kısımlarda sıcaklık düşer. Ocak, Şubat ayları sıcaklıkları, kıyı şeridinde sıfırın altına düşmez. Yükseldikçe ısı azalır: Ulubey`de 1 -2 dereceye, Gölköy ve Mesudiye`de 4 dereceye, Aybastı ve çevresinde -8 dereceye kadar düşer.
Yağışlara gelince, kıyı şeridi en yağışlı kesimdir. Sonbaharda yağışlar daha fazladır. Temmuz ayında yağan yağmurlar, sağanak olduğu için, sel karakteri gösterir. Büyük akarsu yataklarından taşarak sahilde büyük hasara sebep olur.
Kar yağışı kıyılarda çok azdır ve kısa sürer. Ama iç kesimlerde kar yağışı hem yoğundur, hem de kış mevsimi uzun sürer.
Ordu`da en hakim rüzgar, güneyden esen lodostur. Meltem rüzgarları,yaz aylarında güney-doğu yönünde denizden karaya doğru, ikindiye kadar devam eder. İkindiden sonra aksi istikamette esmeye başlar ve gece boyunca sürer.
Bölgede ender de olsa, kıble, lodos, keşişleme isimleri verilen çok bir sıcak hava akımı meydana getiren rüzgarlarda eser. Yaz ortalarında estiklerinde fındık ürünü üzerinde büyük zararlar meydana getirirler.

GÜLYALI, ORDU

Gülyalı, Ordu ilinin bir ilçesidir. Eski adı Abulhayır 'dır. 1987 yılında ilçe haline geldikten sonra Gülyalı adını almıştır. Ordu ilinden Giresun istikametinde 8 nci km. dedir. Deniz kenarı,yeşillikler içinde güzel bir ilçedir. Nüfusu 1997 yılında 9100, 2002 yılında yaklaşık 10600 kişidir. Geçim kaynağı ağırlıklı olarak fındıkçılık ve balıkçılık olup yeni yeni süt ve besi hayvancılığı ile turizm yatırımları ön plana çıkmaktadır. Ordu ilinde mavi bayraklı plajlarına sahip nadir yerlerden biridir.

Nüfus

İlçenin nüfusu 2007 genel nüfus sayımına göre 8.165 dir. Bunun 3.660 ı ilçe merkezinde, 4.505 i ise kasaba ve köylerde yaşamaktadır. Kestane Köyü, 1990 sayımına göre nüfusu 1334 olup, Gülyalı ilçesinin en kalabalık bir yerleşme bölgesidir.

GÜRGENTEPE İLÇESİNİN TARİHİ

Gürgentepe Ordu-Sivas karayolunun 48.km'si üzerinde bulunan 1275 rakımlı mevkiinin adıdır.
Gürgentepe uzun yıllar küçük bir yerleşim yeri olarak kalmıştır. Gürgentepe’nin tarihi gelişimi,Ordu-Sivas karayolunun açılmasıyla yakından ilgilidir. Ağızlar Köyü'nden Ali Çavuş ve Akmescit Köyünden Hamdi Yılmaz, şehrin bugünkü bulunduğu yere birer han yapmışlardır. Ordu-Sivas güzergahında kurulmuş bulunan bu hanlar uzun yıllar konar-göçer ticaretçilerin dinlenme-konaklama ve alış-veriş merkezi olarak hizmet vermiştir. 1940 ve 1950'li yıllarda küçük değişikliklerle yeniden yapılan yol, motorlu araçların karayolu taşımacılığına açılmıştır. "Hanyanı" ismi ile kısa zamanda gelişmeye başlayan bu küçük yerleşim birimi, civar köylerin ilgisiyle giderek panayır ve pazar yeri özelliği kazanmıştır. Bununla birlikte Akmescit köyü muhtarı Hamdi Yılmaz'ın gayretleriyle Cuma günleri tertip edilen güreşlere katılan kalabalıkların ilgisi, aynı zamanda bugünkü Hıdırellez geleneğinin daha canlı bir şekilde kutlanmasını yaygınlaştırmıştır. Bunu plansız ve imarsız yapılaşma faaliyetleriyle, devletin asayişi sağlamak için Karakol açması takip etmiştir. Bütün bu gelişmeler, buranın (Hanyanı) geleceğini olumlu yönde etkilemiştir. Yerleşim yeri, Ağızlar ve Akmescit köylerinin birleşmesiyle 7 Ağustos 1955 tarihinde Gölköy ilçesine bağlı bir belediye teşkilatı kurulmasıyla "Gürgentepe" ismini almıştır.
221 km² yüzölçümüne sahip bir ilçedir. İlçeye 4 belde, 11 köy ve 13 mahalle bağlıdır. Yükseklikleri 1300 metreye yaklaşan tepeler arasında bulunan ilçe topraklarının büyük bir bölümü dik yamaçlardan meydana gelmiştir. 1987 yılında ilçe olan Gürgentepe' nin geçim kaynaklarının başında fındık üretimi gelmektedir. Gürgentepe tarihsel açıdan zengin kalıntılara sahiptir. Tikenlice Köyü mağara mahallesinde 11 adet kaya mezarı vardır. Bölgede Hıdırellez Şenlikleri uzun yıllardan beri bu ilçede yapılmaktadır.

Gürgentepe ilçesi, 40-41 derece kuzey enlemi (paralelleri) ile 36-38 derece doğu boylamları arasında yer alır. İl merkezine uzaklığı 48.Km olup, yüzölçümü 213 kilometrekaredir. Kilometrekareye 79 kişi düşer.

YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ
Yeryüzü şekilleri 1300 metreye yaklaşan ve dağlık bir alanda bulunan ilçe topraklarının büyük bir bölümü dik yamaçlardan meydana gelir. Bu arazi yapısı ulaşım ve makinalı tarım açısından problemlidir. kuzeyden itibaren başlayan yükseliş ilçe merkezlerinde doruk noktasına ulaşır. Batıdan çatalpınar ve güneybatısında kabataş ilçeleri ile ilçe sınırını meydana getiren Tazvara Çayı'nın derin vadisinden başlayarak devam eden dik yamaçlar birdenbire yükselir. Tepeköy Köyü, Okçabel Köyü ve Işıktepe Beldesi Bu Dik yamaçların zirvesindeki düzlükler üzerinde bulunurlar.Kuzeyden başlayarak devam eden yükselme özelliği , doğubatı-güney istikametlerine doğru yöneldiğinde ilçe merkezine göre alçalma dikkati çeker.

İKLİM

Karadeniz ikliminin genel özellikleri ilçede her mevsim görülür. Kuzey rüzgarlarını getirdiği nem dolayısıyla bol miktarda yağış alır. Buna karşılık ilçenin büyük kısmı deniz iklimi ile kara ikliminin kesiştikleri nokta üzerinde bulunması kara ve deniz ikliminin etkilerinin birlikte yaşandığını gösterir.
Yazları ılıman ve yağışlı geçerken, kışları soğuk ve kar yağışlı geçer. Yılın belirli mevsimlerine has olmamak kaydıyla sis görülür.

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Yörenin genelinde orman özelliği dikkat çekerken, meşe, kestane, kızılağaç, pelit, kayın, akasya, karaağaç, vb. ağaç türleri yaygın olarak ormanarda mevcuttur. Bunun yanısıra ormanaltı bitki örtüsü olarak bilinen ormangülü, defne gibi maki türü bitkiler bol miktarda tabii olarak yetişir. Son yıllarda aşırı orman kırımı neticesinde orman varlığının büyük çoğunluğu kaybolmuştur. Genelde orman ürünleri yakıt ürünleri yakıt aracı olarak değerlendirmektedir. Artan inşaat malzemesi ihtiyacını karşılamak için gelişigüzel kayın, kestane, kızılağaç, mevcut orman varlığını tehdit etmektedir. Yörede orman bitkilerinin iklimin elverişli olması yüzünden yabani bitki diye adlandırdığımız ısırgan otu, sütleğen, böğürtlen dikeni, papatya, ebegümeci, eğreldi otu, bol miktarda bulunur.

TOPRAK YAPISI

Toprakların büyük çoğunluğu tarıma elverişli olmasına karşılık, arazinin dik yamaçlarınadan oluşması tarımı olumsuz etkiler. Toprak yapısı verim değeri yüksek Volkaro Sedimanter özelliği dolayisiyle volkanik yapıdadır. Verim gücü yüksek olan bu topraklar bol yağış alması, yabani bitkilerin zamanla çürüyerek tabii gübreyi oluşturması verim gücünü artırır.

AKARSULAR

Engebeli arazi yapısına sahip olan ilçede arazi yapısına karşılık önemli sayılacak akarsuları yoktur.genelde yamaçlardan kaynaklanan küçük dereler çoğunluktadır. Bu derelerin bazıları çık az su taşıdıklarından uzun süre yağmur yağmaması durumunda kururlar.Taşıdıkları su miktarı fazla olan başlıca akarsular: Tavzara Çayı, Kanyaş Deresi, Kara Dere, Kömüşkırak Deresi, Akören Deresi, Eskiköy Deresi dir.

İKİZCE, ORDU



İkizce, Ordu iline bağlı bir ilçedir.
Önceden Ünye ilçesine bağlı olan İkizce, 1990'da ilçe oldu. İlçede halk geçimini tarım ve fındık üretimiyle sağlamaktadır.

Nüfus

İlçenin nüfusu 2000 genel nüfus sayımına göre ?. Bunun ? ilçe merkezinde, ? ise kasaba ve köylerde yaşamaktadır.

İlçe bağlısı olarak merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı; ? belde, ? köy ve 14 mahalleden (ağacalan, aşağı karlıtepe, başönü, beylerce, düzpelit, fatih, gaziler, kocaman, kurtköy, kurtluca, ikizce merkez, yukarı karlıtepe, yuunuskırığı, kale mahalleleri) oluşmaktadır.

KABADÜZ, ORDU

Kabadüz, 285 km² yüzölçümüne sahip bir ilçedir. İlçeye 2 belde, 12 köy ve 5 mahalle bağlıdır. Kabadüz, [[1870'de nahiye olmuştur. 1987 yılında Belediye kurulmuştur. 1990 yılında ilçe olmuştur. İlçe ordunun 21 km güneyinde 600 rakımlı bir sırt üzerine kuruludur. İlçeye bağlı yüksek yaylalar ve bu yaylalardaki meralar, otlaklar hayvancılığın gelişmesine katkıda bulunmaktadır. İlçede seracılık, ceviz çay ve kivi yetiştiriciliği de gelişmektedir. Çambaşı yaylasının Turizm Merkezi ilan edilmesiyle yörede yayla turizmi hızla gelişmektedir.

KABATAŞ, ORDU

Kabataş İlçesinin bağlı bulunduğu Ordu bölgesi 1380 larda fethedilmiş ve buralarda Hacı Emiroğulları adında bir beylik kurulmuştur. Kabataş’ın eski adı Karay köyüdür. 1928 yılında Ordu iline bağlanarak Kabataş adını almıştır. Daha sonra Gölköy ilçesine 1959 yılında ise Aybastı ilçesine bağlanmıştır. 1971 yılında belediye teşkilatı kurularak kasaba halini almıştır. 20 Mayıs 1990 tarih ve 3644 sayılı kanunla İlçe kurulmuş 14 Ağustos 1991 tarihinde faaliyete başlamıştır.İlk belediye başkanlığını Osman ALBAYRAK yapmış olup ilçeye köklü hizmetlerde bulunmuştur.

İlçenin iklimi Karadeniz ve karasal iklimi arasında bir geçiş teşkil eder. Her mevsim yağış alır. Kışlar sahil kesimlerine göre daha sert geçer. Her mevsim yağışlı olması nedeniyle bitki örtüsünü çoğunlukla ormanlar oluşturmaktadır.

İlçe ekonomisi tarım, hayvancılık ve küçük ticarete dayalıdır. Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler fındık, patates ve mısır gelmektedir. Az miktarda da arpa, buğday, fasulye yetiştirilir. Bunun yanında meyve ve sebze de yetiştirilmektedir. Hayvancılık ve arıcılık da son yıllarda gelişme göstermiştir.

Coğrafi Durumu ve İklimi

Kabataş ilçesi Orta Karadeniz Bölgesinde Canik dağlarının kuzey yamacında ve kıyıdan 40 km içerdedir. Rakımı 530 metredir. Doğusunda Gölköy, Batısında Korgan, Kuzeyinde Çatalpınar, Güneyinde Aybastı ile çevrilidir. İklim olarak Karadeniz ve Karasal iklim arasında geçiş alanı teşkil eder. Başlıca Akarsuları Aybastı ve Armutludur.

KORGAN, ORDU

Bölgenin ilk egemen halkı Halip (Kalip), Kolk ve Kokur’lardır. Kalip’ler ve Mitridat’lar en kuvvetli çağlarında demir madenleri ile ilgiliydiler. Korgan‘da Tatarcık Köyü sınırları içersinde bulunan ve günümüzde yine maden ormanı adı ile anılan mıntıkada, yine Korgan‘ın bazı yaylalarında özellikle Yalman civarında demir cüruflarına, işletilmiş maden yataklarının izlerinin bulunması, Kalip’lerin ve Mitridat’ların bu yerlerde M.Ö. 12 yy‘da yaşadıklarını göstermektedir.
M.Ö. 584–555 yılında Pers’lerin Korgan, bölgesinde yaşadıkları da bilinmektedir. Pers’ler devrinde I. Daryus‘un ( M.Ö. 522–485 ) bu toprakları idare edebilmek için satraplıklara ayırdığı ve dört adet birinci derecedeki satraplıktan biri olan “Pont Kapadokyası” Korgan topraklarını içine almış oluyordu.

M.Ö. 331 tarihinde Pers Devleti tarih sahnesinden İskender‘in orduları tarafından silindi. Pont ve Roma, hakimiyetleri döneminden sonra Danışmend Gazi’nin orduları Korgan topraklarına girmişler ve 1083 tarihinde buraları ele geçirmişlerdir. Anadolu‘ya gelen Oğuz Boyları’ndan birçok topluluk, Korgan bölgesine yerleşmişlerdi. Ordu İli’nin yayla toprakları ile Korgan ve Kumru İlçe merkezlerini çevreleyen sahalar, tamamen Türkmen’ler tarafından yerleştirme sahaları yapılmış ve buralarda oturanlar da kısa zaman içinde Oğuz Boyları Oymakları arasında erimişlerdi. Esasında azınlıkta bulundukları için de, hiçbir güçleri kalmayarak ağırlıklarını kaybetmişlerdir. II. Kılıçarslan, zamanında Korgan ve çevresi Anadolu Selçukluları hakimiyetine girdi. (1178) Kösedağ Savaşı’ndan sonra (1243) Korgan topraklarının büyük bir bölümü Kadı Burhaneddin‘in idaresine geçmiştir. 1380‘lerde ise Hacı Emir Oğulları Beyliği bu çevreye hükmetmiştir.

Yıldırım Beyazıt 1398‘ e Ordu ve Samsun‘u Osmanlı Devleti topraklarına dahil etmiştir. Osmanlı idaresine geçen yöre, resmi kayıtlarda “Keşdere” olarak anılmaktadır. Keşdere, Bolaman Irmağı’nın bir koluna verilen isimdir. 1642‘ye kadar Satılmış kazasına (Fatsa) bağlı olan Keşdere, bu tarihte kaza olmuştur. 1856‘da Liva–i Canik’e (Canik Sancağı) bağlıdır. Bu tarihte yönetimi Akçay, Terme ve Cevizderesi İle birdir. 1860–65‘te Canik Sancağı’na, 1866–71‘de ise Ünye Sancağı’na bağlı bir kazadır. 1882‘de ise Fatsa kazasına bağlı bir nahiye merkezi, 1928‘de Köy olmuştur. Korgan, Fatsa’ nın bir bucağı olarak yıllarca varlığını devam ettirdikten sonra 01Haziran 1958 tarihinde Belediye - 01 Nisan 1960 tarihinde ilçe merkezi haline getirilmiştir.

Korgan, kelime anlamı bakımından her hangi bir mana ifade etmemektedir . İlçeye bu adın verilişi hakkında çeşitli söylentiler ve ihtimaller vardır.

Türklerin Müslüman olmaya başladığı dönemlerde, Hazar Denizinin güneyinde Horasan Bölgesinde Korgan adı verilen yerden kalkarak Korgan‘a yerleşen aşiretler vardır. Buraya yerleştikten sonra geldikleri yer olan “Korgan” adını verdikleri ve bu adın buradan geldiği söylenmektedir.

Koruyan - Kanını Koru - Kendini Koru anlamına gelen Korukan ve daha sonra da Korgan denildiği de söylenmektedir.

KUMRU, ORDU

Fatsa Pontos Krallarından Farnakes tarafından kurulmuştur. Ünye ise M.Ö. 1270 yıllarında yapılan Truva Savaşları sonucunda sömürge haline getirilmiş bir bölgedir. 2. Farnakes'ten sonra Fatsa Bölgesi'nde ayrı sülaleden gelen Polemen hükümdarlık yapmıştır. Fatsa'dan Trabzona kadar uzanan sahil şeridi ile iç kesimlerde kalan Tokat-Niksar, dolayısıyla kumru Bölgesini kaplayan bir sahada Pont Polamonyan Devleti (Polamonyak) kurulmuştur.

Kumru ve Fatsa çevresi M.Ö 584-555 yıllarında Pers İmparatorluğunun elinde kalmış, iskender'in M.Ö. 344 yılında Anadoluya geçmesiyle M.Ö. 331 yılında Kumru ve çevresi Perslerden alınarak Pont Devletinin hakimiyeti altına girmiştir. Pont Krallığı üç asra yakın Kumru ve Fatsa bölgesinde kalmış, merkez olarak ta Fatsa'yı değil, Fatsaya bağlı Bolaman’ı merkez olarak kullanmıştır. Kumru-Fatsa ve bu bölge Pont Devletinden kurtuluşu M.S.395 yılında Anadolu Topraklarının Doğu Roma Devletinin hakimiyetine girmesiyle son bulmuştur.
M.S. 391-395 yıllarında Orta Asya'dan büyük göçler halinde gelen Peçenek ve Kuman Türkleri Kumru ve çevresinde uzun süre kalmış, yörenin Türkleşmesinde büyük rol oynamışlardır. Bir ara Anadolu'ya Hıristiyanlık hakim olmuş, bu arada sahilin tamamı olmasa da büyük ölçüde Hıristiyanlığın tesiri altında kalmıştır. Savlı Bey'in 1075 yılında Samsun'dan Giresun'a kadar olan bölgeyi feth etmesiyle bu duruma son verilmiştir. 1104 yılında Bizans Kralı Aleksius Kumru gibi iç bölgeleri Danişmedli'lerden geri almak için büyük seferler düzenlemiş, ancak Danişmend Ahmet Gazi ve oğlu ismail Gazinin direnmelerine karşı bölgeden çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu başarıda Kumandan iltekin Gazinin akıllı davranışları ve rolü çok büyük olmuştur. Ahmet Gazinin vefatını fırsat'bilen Bizans ordusu, tekrar Kumru ve çevresini ele geçirmiş, Selçuklu Sultanı 2. Kılıçarslan Kumru ve çevresini 1178 yılında kendi topraklarına katmıştır. Selçuklu Devletinin Kösedağ Savaşından sonra gücünü kaybetmesi üzerine yörede karışıklıklar olmuş, bu topraklarda bir çok beylikler oluşmuştur, işte bu beylikler döneminde (1327-1380) yılları arasında bölge önce Eratna Beyliği'ne, bu beylikten sonra kurulan Kadı Burhanettin devleti zamanımda bölge bu devletin idaresi altına girmiştir.Bu durum uzun sürmemiş 1389'da Hacı Emir Oğulları Beylerinden Süleyman Bey, Tacettin Bey'le yaptığı savaşı kazanarak Kumru ve çevresi Hacı Emiroğullarının eline geçmiştir.
Yıldırım Beyazıt 1398 yılında Samsun (Canik) ve Ordu topraklarına girerek bu bölgeyi Osmanlı topraklarına katmıştır.
Bu tarih esas olmakla birlikte, bölgenin ve Kumru çevresinin esas itibariyle Osmanlı topraklarına geçişi 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanına rastlar.
1831 yılında Osmanlı imparatorluğu 29 eyalete ayrılmış,. Fatsa'nın kıyı şeridi ve iç kesimlerde kalan Kumru topraklan Ünye ile birlikte Canik (Samsun) livasına bağlanmıştır. VIX. Yüzyıl sonunda Trabzon vilayetinin Sancağı durumunda olan Samsun idari bakımından 6 kazaya ayrılmış, bunlardan birisi de Fatsa'dır.
(1337)-1229 yılında Samsun Mutasarrıflığına kaymakamlık olan Fatsa, bu tarihte Ordu ilinin bir ilçesi haline getirilmiştir. Bugünkü Yalnızdam merkez olmak üzere 1926 yılında belediye olmuştur.
Daha sonra Kumru ilçesi, Karaçalı Köyü Merkez olmak üzere 7033 sayılı kanunla 1 Nisan 1960 yılında ilçe haline getirilmiştir.
KUMRU’NUN GENEL TANITIMI :

Kumru ilçesi Ünye-Tekkiraz kara yoluna bağlı Meydan ve Aşağıballık Köylerine 20km.'lik, doğuda Fatsa'ya-Geyikçeli karayoluna bağlı Beyceli, Gölköy ve hatipli Belediyeleriyle 25 km.'lik, Güneyinde bulunan Korgan ilçesine bağlı Yaylacık ve Çayıralan Köyleri ile 18 km.'lik, Batıda da Niksar ilçesine bağlı Karakuş ve Sele Köyleri ile 15km.'lik Kuzey batıda bulunan Akkuş ilçesine bağlı Damyeri ve Tuzak Köyleri ile 22km.'lik olmak üzere toplam 120 kilometrelik'lik bir sınır hattına sahiptir. 31 Köy, 2 Belediye (Fizme veYukarıdamlalı Beldesi) ve 124 mahallesi mevcut olup bunların kapsadığı alan 256 kilometrekaredir.
Kumru'da 40 bin nüfus yaşamaktadır. Kumru Merkezi 5 Mahallesi ile kapsadığı alan 14 km kare olup ilçe merkezinde yaklaşık 19 bin kişi bulunmaktadır. Kumru ilçesi Fatsa'ya 35 km. olup, her istenildiğinde Kumru,Fatsa arasında vasıta bulmak mümkündür. Tüm köylerinde ,elektrik ve telefon mevcut olup ulaşım bütün köylere yapılabilmektedir.
Ancak köy yolları kış ve yağmurlu havalarda bazen kapanabilmektedir. Halkın en fazla yakındığı problem Kumru'da yoldur. Yol haricinde Kumru ve köylerinde yaşamak için herhangi bir problem mevcut değildir. Halkının sıcak ve cana yakın oluşları dışardan Kumru'ya gelenleri Kumru'yu sevdirmiştir. Kumru'da arazinin engebeli ve dağlık olması bütün köyleri dağınık hale sokmuştur. Her köy uzunca birkaç mahalleden oluşur. Toplu köy Kumru'da hemen hemen yok gibidir.

Mesudiye, Ordu

Ordu ilinin güneybatısında yer alan, denize oldukça uzak, dağlık fakat hafif eğimli bir arazi üzerine kurulmuştur. İlçe merkezi esasen Sivas'a daha yakındır. İlçenin geniş yüzölçümü çok sayıda köy ve yaylayla kaplıdır. İlçenin hemen içinden geçen Melet Irmağı Mesudiyelilere Meletli denmesine yol açar ki bunun sahilde oturan Ordululara verilen karşılığı Canikli'dir.Özelllikle keyfalan yaylasının yayla turizmi açısından önemi her yıl artmakta, yazın bu yaylarara yüzlerce mesudiyeli geziler düzenlemekte ve konaklamaktadır.Ayrıca Yeşilce ve Topçam yaylaları da önemli turizm merkezleridir.Yesilce yaylasında doğal bütünlüğü bozmaması için yapılan evlerin betonarme olmasına izin verilmemektedir.Son olarak da 2006 yılı içerisinde bu yaylalara elektrik bağlantısı götürülmüştür.

Mesudiye Tarihi

Mesudiye çok eski bir tarihe sahip olup muhtemelen Ordu'nun diğer ilçelerinden daha eski bir yerleşkedir. İlçe tarihi Hitit dönemine kadar uzanır. Pek çok kaya mezarı bulunmaktadır.
Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı topraklarına katılmış ve ilçenin Osmanlı kayıtlarına girmesi 1455 senesinde olmuştur. Bu tahrir kayıtlarına göre Mesudiye o dönemde yüzden fazla köye ve çok sayıda mezraya sahiptir.

Mesudiye yöresi Osmanlılar döneminde nahiye olarak Milas ismiyle anılmaktadır.
Kaza merkezi Parçı köyünden alınarak 1863 yılından sonra Pazaryeri olarak kullanılan bugünkü Mesudiye’ye 1876'de nakledildi. Bölgedeki halkın padişaha yazdıkları arzuhal ile (3 Za 1293) 20 Kasım 1876 tarihinde Milas ismi Hamidiye olarak değiştirildi.

1908 yılında Hamidiye ismi Mesudiye olarak değiştirilmiştir.
1899 yılında belediye teşkilatı kurularak Aliçavuşoğlu Mustafa Bey ilk belediye başkanı olmuştur.
20 Mayıs 1933 gün ve 2197 sayılı kanunla Mesudiye İlçesi Şebinkarahisar’dan alınarak Ordu İli’ne bağlandı.

Sosyal ve Ekonomik Yaşam

Mesudiye için göç olgusu belirleyici önem taşır. 1950'lerden sonra batıya ve özellikle İstanbul'a yaşanan göç artarak sürmüş, 100 sene evvel çok yoğun nüfuslu bir yerleşke olan Mesdudiye bu gün için artık çok az bir nüfusu barındırmaktadır. Göçten önce ilçe ve çevresinde tahıl tarımı ve hayvancılık yapılırmış. Özellikle 1970'lerde yüzbinlerce başla ifade edilen küçükbaş hayvan sayısı bugün çok azalmıştır.
Mesudiyeliler özellikle Paşabahçe - Beykoz çevresinde yaygıdır.
2000 yılında yapılan son nüfus sayımına göre, ilçenin toplam nüfusu; 28.551 kişidir. Mesudiye merkezinin nüfusu 5.665 beldeler 8443, köylerin nüfusu da 14.443’dür. İlçe genel olarak göç veren bir bölgedir. İnsanlarının çoğunluğu büyük şehirlerde yaşamaktadırlar. Kışın oldukça tenha olan ilçe, yazları gurbete gitmiş vatandaşlarımızın gelmeleri ile oldukça hareketlenir. İlçenin 1180 km2 alanı olduğu düşünülürse, nüfus yoğunluğu m2 başına 24 kişidir. Yaz ve kış nüfusu arasında büyük farklılıklar vardır. İlçe nüfus teşkilatı’nın verilerine göre ilçe dışında 81.155 Mesudiyeli yaşamaktadır.

Son yıllarda özellikle yaz aylarında ilçe nüfusu şenlenmekte, terkedilen konutlar onarılmaktadır.
Bülent Ecevit - Devlet Bahçeli hükümeti, köykent projesi için ilçeyi plot bölge seçse de proje bekleneni henüz verememiştir.

Özellikle İstanbul'da yaşayan Mesudiyeliler'in önderliğinde son yıllarda kurultay toplanmakta, Mesudiyeliler sivil bir oluşum meydana getirmektedirler.
Doğrudan demokrasinin Türkiye'deki ilk örneği olarak toplanan Mesudiye ilçe kurultaylarının herkesi kapsayıcı gücü, son yıllarda siyasi baskılar nedeniyle zayıflamıştır.
İlçeyi canladırmak için açılan yüksekokul ilçe merkezinde bulunmaktadır.

PERŞEMBE, ORDU

Perşembe, Ordu ilinin bir ilçesidir. Eski adı "Vona" olan ilçe, vona yarım adasında yer alır.
Perşembe, uzun zaman Roma ve Bizans hakimiyetinde kalmıştır. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon Rum Pontus imparatorluğunu ortadan kaldırmasından sonra Vona Osmanlı imparatorluğunun hakimiyetine girmiştir. 1945 yılında ise İlçe olmuştur. Ordu-Samsun devlet karayolu üzerinde Vona tabii liman koyunda kordon tepesi eteğinde kurulmuştur. Kuzeyinde Karadeniz, doğusunda Ordu, batısında Fatsa, güneyinde Ordu-Ulubey ve Fatsa İlçeleri ile sınırlıdır. İl Merkezine 13 km. uzaklıktadır.
Bilinen Tarihin arkaik dönemlerinde Saka (İskit) Türkleri küçük koloniler halinde tüm Karadeniz kıyılarında olduğu gibi elbette memleketimizde de bulunmuşlardır. Hatta bu uzun saçlı ve çok iyi ok kullanan kavmi rumlar yanlarına dahi yanaşamadıkları için kadın zannetmişler ve Amazon efsanesini çıkartmışlardır.
Yazılı kaynaklara göre ise daha 1455 senesinde ilçede (ki o zamana Canik-i Bayramlu adını taşıyan Orduna iline bağlı) 32 nefer Türk vardır. Yani Fatih Sultan Mehmet Han'ın 1461'deki Doğu Karadeniz fethinden önce....
“Bolaman'dan sonra Yasun ve Vona burunlarını geçtikten sonra, Perşembe İlçesiyle karşılaşıyorlar. Perşembe adı yeni olup Tahrir defterlerinde geçmiyor. Defterlerde bu bölge, Niyabet-i Satılmış ve Bayramlu, Vilayet-i Satılmış ve Bayramlu, Nahiye-i satılmış gibi adlarla anılıyor. Böylece bölgenin merkezi durumunda olan Canik-i Bayramlu (Nefs-i Ordu) ile sıkı münasebeti ortaya çıkıyor. Ancak Tahrir Defterleri döneminde Satılmış Nahiyesi'nin (Perşembe) merkezinin neresi olduğu anlaşılamıyor. Gerçi nahiyenin en kalabalık köyü bil hassa 1520'lerden sonra Vona olmuştur. Köyde 1455' de 18 Hane, 2 mücerret cemaat-ı müslimin, biri caminin hatibi Mevlana Sofu olmak üzere 6 muafiye ve 5 müsellem yani 32 nefer müslüman Türk, 5 nefer de “cemaat-ı zımmıyun” (yani hıristiyan) bulunmaktadır.

1485' te “Karye-i Vona me'a iskele” olarak kaydedilen köyün nüfusu toplam 30 nefer müslüman ve 1 nefer de behr (hristiyan) olarak gözüküyor. 1520'de hristiyan kalmamış ve müslüman (Türk) nüfus gitgide artmıştır.
1613'de köyün camiinde beratlı bir vaiz görev yapıyordu. Aslında içerde bulunan Vona kasabası önce Perşembe pazarına taşındı daha sonra bu günkü yerini almıştır. Evliya Celebi, 1640'ta, Vona Kalesinin Serdarı, yüzelli akçeli kadısı vardır. Camileri, Hamamı, Hanı, Sük-i muntasarı vardır. Halkı ekseriye Rum ve Tuna etrakıdır diyor ( Seyahatname, sf.79)
Salname-i Vilayet-i Trabzon 1287 (sf.88-89)da ise, Perşembe nahiyesinde nahiye toplamı Hane olarak, 1486 islam (Türk), 10 Çerkez, 38 Rum, 67 Ermeni gösterilmektedir. Demekki bu değişik etnik unsurlar nahiyeye sonradan gelmişlerdir.....”
(Prof. Dr. Bahaeddin YEDİYILDIZ, Ordu Kazası Sosyal Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, 1985)
(...İ.Ö. 3.yy da Rodoslu Apollonios, İason'la Argonatların teknelerini boğazlardan geçirip akıntya karşı mücadele ederek nasıl doğuya doğru gittiklerini; iki tarafı engebeli kayalıklarla çevrili rüzgarlı bir geçitten alttan akan güçlü burgacın sularının ilerleyen gemiye çarparken Karadeniz'de kürek çektiklerini anlatır. (Neal ASCHERSON, Karadeniz (Blaksea) İş Bankası Kültür Yayınları, 2002.Çev.Kudret EMİROĞLU. sf.14)

Anlatılan yer Perşembe İlçesi Yason burnu'dur. (Av. Kani DEMİR)

“...Argo'nun seyehati Tunç Çağı efsanesidir. İason Karadeniz'i aştığında, teknesini Kolkhis'deki (bugünkü Gürcistan'da bir bölgeye) Phasis ırmağına yönlendirdi.”

“...Bütün Karadeniz kıyısında toprak taranan çalışmalarda deniz yatağında ortası delik büyük taşlar çıkmaktadır; bunlar Miken gemilerinin çapalarıdır.” (Neal ASCHERSON Karadeniz, İş Bankası Kültür Yayınları, 2002.Çev.Kudret Emiroğlu. sf.20) Bu gün bu taşlardan birini denizin kıyıyla buluştuğu yerde Yason Kilisesi'nin doğu tarafında görebilirsiniz.

ULUBEY, ORDU

Ulubey, Ordu ilinin şirin ilçelerinden biridir. Nufusu 7000 olan ilçe köylerin ortasında yer aldığı için adına halk arasında "merkez" denilir Ordu'ya 21 km uzaklıkta olması nedeniyle bir çok ekileşimi Ordu ile yapmaktadır. Bu orada oturanlara bir rahatlık getiriken ilçe merkezinin gelişmesi açısından pek elverişli bir durum yaratmaz. Almanya başta olmak üzere Avusturya, Hollanda, Fransa vb. Avrupa ülkelerine ve İstanbul'a, Bursa'ya, Adapazarı'na büyük göçler vermiştir. Öyleki kış mevsiminde ilçe ve köyler adeta terk edilmiş gibi hissedilir. Yazları ise alabildiğine hareketli ve alabildiğine canlıdır. Salı günleri kurulan pazarı öğlesine öne çıkmıştır ki halk arasında ilçe yerine "salıya gitmek, salıdan gelmek, salıda görüşmek "vb. deyimler kullanılır.

ULUBEY'İN TARİHİ

Ulubey toprakları, Oğuz boylarının Anadolu’ya göç etmeye başladıkları X1 ve X11,y.y. kadar boştu. 1071 Malazgirt zaferinden sonra Türk boylarına mensup aşiretler ve oymaklar tarafından yerleşim yeri oldu. Emir danişmente, büyük Selçuklu devletlerindeki ”İkta” geleneğine uygun olarak Ulubey çevresindeki topraklar verildi. X1V.y.y.ortalarında XV.y.y. başlarına kadar Mesudiye merkezli kurulan Hacı Emiroğulları beyliğine katıldı.

Osmanlı sultanlarından Yıldırım Beyazıd’ın Karadeniz bölgesinde bulunan beylikleri idaresi altına almasından sonra, Mehmet Çelebi’nin “Anadolu birliğini kurma” teşebbüsleri sonucunda Ulubey’den Mesudiye’ye kadar uzanan iç bölgelerde Osmanlı topraklarına katılmış oldu. Fatih Sultan Mehmet Han’ın 1455 yılında Ulubey topraklarını tımar olarak dağıtması sonucunda bir Türkmen beyinin adını alarak Sevdeşlü namı diğer Uluğbey’lü nahiyesi oldu. 1547 yılında Ulubey nahiyesi adını aldı.1958 yılına kadar nahiye olarak kaldı. ve 1 nisan 1958 günü ilçe oldu. 1958 martında ilk belediye teşkilatı kuruldu ve 23 Şubat 1958 günü ilk belediye seçimi yapıldı.Halen Ulubey ilçesine bağlı 35 köy ve 6 mahalle olmak üzere ceman 41 adet yerleşim birimi bulunmaktadır.

COĞRAFİ DURUM

Ordu-Sivas karayolu üzerinde ve Canik dağları yamacında kurulmuş olan Ulubey ilçesi 256 km2 lik idari sınıra sahiptir. 586 m. Yükseklikte yer alan ilçe kuzey batıda Perşembe, batıda Gürgentepe, güneyde Mesudiye,Güney batıda Gölköy,Güney doğuda Kabadüz ilçeleriyle komşudur.

Dağlık bir yapıya sahip olan ilçede Karadeniz ikliminin bir uzantısı olan ve her mevsim yağışlı olmakla beraber yağışların kış mevsiminde kar, yaz mevsiminde ise yağmur şeklinde düştüğü bir iklim görülmektedir.

Uygun iklim ve yağış koşullarına bağlı olarak bitki örtüsü tarıma uygun alanlarda fındık,tarım dışı alanlarda ise yörenin asil bitki topluluğunu oluşturan geniş yapraklı karma ormanlardır.Akarsu ağının fazla zengin olmadığı ilçede melet ırmağı ve bu ırmağın kolu olan Sarpdere dışında önemli bir akarsu yoktur. Fındıklı Köyümüz Akpınar, Doğlu, Sayaca, Kumrulu köyleri ve Ulubey ilçe merkeziyle sınırdır. İsminden de anlaşılacağı üzere köyümüzün hakim bitki örtüsü fındıktır. Mezarlık, mera kenarlarında karma ağaçlardan oluşmuş ormanlarımız mevcuttur. Ordu-Ulubey karayolu güzergahında bulunan köyümüzün köy içindeki yolları dar ve stablizedir. Köyde yaşayan sülaleler, Topçuoğulları, Karamanoğulları, Abdaloğulları, Caferoğulları, Gençağaoğulları, Postoğulları, Hatipoğulları, Sarı Hüseyinoğulları, Kara Hüseyinoğulları, Doranoğulları, Memişoğulları, Mürtezaoğulları, Kalaycıoğulları, Töngelcioğulları,

SOSYAL YAPI

İlçe insanları sıcak ve sevecendir. Bu ilçenin küçük olması nedeniyle ailelerin birbirlerini yakınen tanımaları etkilidir. 2000 yılında yapılan son nüfus sayımına göre ilçe nüfusu yöreden yapılan göçlerle azalmıştır.Bu azalmada etkili olan diğer nedenler nüfus planlaması konusunda yapılan çalışmaların başarıya ulaşmasıdır. İlçe nüfusu fındık hasat mevsiminde geçici artış göstermektedir. Son yıllardaki ekonomik sıkıntılardan dolayı sosyal yapı etkilenmiş akraba aile ilişkileri gerilemiştir. İnsanlar ekonomik yönden çeşitli alanlara yönelerek yeni işler edinmişlerdir. Bu yöneliş özellikle Ordu il merkezinde İstanbul’da ve yurtdışında yoğunlaşmıştır.
Eğitime önem verilmesine rağmen ekonomik yönden etkilenen insanlar göçlerle yöreden ayrılarak çoğu okulun kapanmasına böylece eğitim gören insan sayısının azalmasına neden olmuştur. Bu göçler nedeniyle ilçede orta yaş ve ileri yaş gurubu insanların çok olduğu görülmektedir. Halk genellikle örf ve adetlerine önem vermekte düğün,nişan ve mevlit gibi faaliyetlerin eski canlılığı ile devam ettiği görülmektedir. Köyümüzde, evlerin sahipleri genellikle evlerini bahçelerinin bir köşesine yapmışlardır. Bu yüzden evler arası mesafe oldukça uzaktır. Ancak belli yerlerde kabileler toprakları paylaştıkça yeni evlerini birbirine yakın yapmışlar ve mahalleler oluşturmuşlardır. Örneğin, Camıyanı, Hanyanı, Topço, Töngelco, Mürtezo Mah. vb kurulmuştur. Köyün çocukları ve gençleri değişik yöresel oyunlar oynanmaktadır; çelik-çomak, çötre, kuş yuvası, mahkeme vb. Köyün İlkokulu (ve okul lojmanı) bulunmasına rağmen okul çağındaki çocukların az olması sebebiyle taşımalı eğitim yapılmakta, Akpınar’daki okula gitmektedirler. Köyün bir camisi, imamı (ve imama ait lojman) ve mezarlıklarındaki mescidi mevcuttur. İçme suyu şebekesi, elektriği ve telefon hattı mevcuttur. Ancak dağınık bir yerleşme olduğu için kanalizasyon sistemine de ihtiyaç olmadığından kanalizasyonu yoktur.

1. TARİH ÖNCESİ DÖNEMDE ÜNYE ÇEVRESİ

Yapılan araştırmalar Ünye çevresinin Anadolu'daki en eski yerleşim yerleri arasında olduğunu göstermiştir. Ünye çevresinin prehistorik dönemi ile ilgili olarak en geniş çaplı araştırma, kendisi de Ünyeli olan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bilim Dalı Profesörlerinden rahmetli Kılıç Kökten tarafından yapılmıştır.

Kılıç Kökten'in Ünye'nin doğusunda Yüceler köyü civarındaki mağaralarda 1944-45 yıllarında ve 1963 yılında Cevizdere vadisinde yaptığı kazılar sonucu, bu yörede milattan önce Kazılarda yontma ve cilalı taş devirlerine ait aletler ve silahlarla toprak kapların yanı sıra, insan ve evcil hayvanlara ait iskelet parçaları da bulunmuştur. Araştırmalar esnasında bulunan çakmaktaşından bir el baltası, Alt Paleolitik döneme aittir ve Karadeniz kıyılarında elde edilen en eski buluntu olma özelliğini taşımaktadır. Bunun yanı sıra Orta ve Üst Paleolitik dönemlere ait olarak da çeşitli çakmaktaşı aletler elde edilmiştir. Bütün bu bulgulara göre, Ünye çevresinde milattan önce (MÖ) XV. Bin yıla kadar uzanan bir yerleşik hayat olduğu kesin olarak anlaşılmıştır.

2. TÜRK FETİHLERİNDEN ÖNCE ÜNYE

Ünye ve çevresinde yazılı tarihlerde adı geçen ilk topluluk Kaşkalar'dır. MÖ 2000'lerden itibaren tarih sahnesine çıkan Kaşkalar bugünkü Sinop ile Perşembe arasındaki bölgede yerleşmişlerdi. Kaşkalar'da hem göçebe hem de yerleşik hayat tarzı vardı. Kaşkalar zaman zaman İç Anadolu'daki Hititlerle savaşmışlar ve onlar için kuzeyden yönelen en önemli tehdidi oluşturmuşlardır. Zaman zaman kaşkalar Hitit başkenti Hattuşaş'a (Boğazköy) kadar ilerlemişlerdi. Hititlerin Kaşkalar'ı durdurduğu hat ta kısmi egemenlik altına aldıkları dönemler olduysa da, bu dönemler kısa süreli ve geçici olmuştu. Bu iki komşu ve düşman kavmin ömrü MÖ 12. yüzyılda sona erdi.

Sonraki devirde uzun bir süre Ünye çevresi tam bir devlet yapısı olmaksızın Asya kaynaklı ve Hititlerden arta kalan insan topluluklarının yaşama alanı oldu. MÖ 9. Asırdan itibaren, İskitler bu bölgeyi ele geçirdi. İskit Devletinin ağırlık mer kezi Karadeniz kuzeyi idi ve Türk asıllı unsurlar bu devlette önemli yere sahipti. Muhtemelen İskit ordularında kadınların da bulunması sebebiyle "Amazonlar" efsanesi ortaya çıktı. Amazonlarla ilgili olarak aktarılan bilgilere göre, bunlar tamamen kadınlardan oluşan, savaşabilmek için bir memelerini kesen savaşçı bir topluluktu. Günümüzde, tarihte tamamen kadınlardan meydana gelen bir "Amazon" topluluğunun bulunduğu tarihçilerce kabul edilmemektedir.
MÖ 8. Yüzyıldan itibaren Ege denizi kıyılarındaki kolonilerden gelenler Karadeniz kıyılarında ve bu arada Ünye'de koloniler kurdular. Daha önce Sinop'ta koloniler kuran Milet'li koloniciler gelerek bugünkü Ünye şehrinin bulunduğu yerde ticare t kolonisi kurdular. Böylece Ünye şehrinin kesin olarak kuruluşu yaklaşık olarak MÖ 750 tarihlerini bulmaktadır. Ünye ve civarında bu sıralarda Khalibler adındaki bir kavim yaşamaktaydı ve demircilikle uğraşıyorlardı. Bu demir madenleri son asırlara kadar işletilmeye devam edilmekte idi. Bazı tarihçilere göre, Yunanlılar çelik elde etmeyi Khalibler'den öğrenmişlerdir.

İran'da kurulan Med İmparatorluğu doğu Anadolu'yu aldıysa da, hakimiyetini Karadeniz kıyılarına kadar yayamadı. Fakat Medler'in yerine geçen Persler'in hakimiyet sahası daha geniş oldu. MÖ 550 yılında Pers İmparatoru I. Darius bütün Anadolu ile berab er Ünye bölgesine de hakim oldu. Bölgede şiddetli bir dirençle karşılanan Pers hakimiyetini güçlendirmek için I. Darius bölgeye güçlü ve zorba valiler gönderdi. "Satraplık" denilen vilayetlerdeki bu valilere "Satrap" adı veriliyordu.

Makedonyalı İskender MÖ 331 yılında Persler'i yenerek topraklarını ele geçirdi. Fakat Anadolu'daki Pers satraplıkları üzerinde kesin bir hakimiyet kuramadı. Pers asıllı yöneticiler özerkliklerini sürdürmeyi başardılar. İskender'in ölümünden s onra ülkesi parçalandı. Karadeniz kıyılarında Pontus Devleti kuruldu.

Pontus Devletinin kurucuları eski Pers İmparatorluğunun asilleri olup, Yunanlı değillerdi. Devlet gelenekleri Persler'le aynıydı. Onlar gibi Ahuramazda (Hürmüz) adındaki iyilik Tanrısına tapıyorlardı. Bir süre sonra sahildeki ticari koloniler de Pont us'a bağlandı. Pontus Devleti zamanla, özellikle Makedonyalı prenseslerle evlenme ve Helen kültürüne meyletme sebebiyle eski özelliklerini ve gücünü kaybetti. Günümüzde Kale köyün sınırları içinde bulunan Ünye kalesi muhtemelen ilk olarak bu dönemler de kullanılmaya başlandı.

MÖ 1. yüzyılda, Roma İmparatorluğu ile Pontus Devleti bölgenin hakimiyeti için mücadele ettiler. Önceleri Pontus Devleti, bölgedeki diğer kavimlerin de yardımı ile Roma'ya karşı bazı başarılar elde eti. Ancak MÖ 71 yılında Kelkit vadisinde yapılan sa vaşta Pontuslular kesin olarak yenildiler. MÖ 63 yılında Pontus Devletinin yıkılması ile Ünye ve civarında Roma hakimiyeti kesinleşmiş oldu.

Roma İmparatorluğu döneminde Ünye çevresi Pontos Polemoniacus adıyla anılan bir uydu devlet şeklinde yönetilmekteydi. Zalimliği ve garip davranışları ile ünlü olan Neron imparator olmadan önce bu bölgeyi yönetmişti. Roma milattan sonra (MS) 395 yılın da ikiye bölününce, Ünye Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğunun sınırları içinde kaldı.

Bizans döneminde de Ünye çevresi, yönetim merkezi Niksar olan Pontos Polemoniacus adındaki bölgede yer aldı. İslamiyet'in yayılma döneminde ilk kez 705 yılında Emevi orduları Canik bölgesine kadar geldi. 733-739 yılları arasında Samsun civarı Arap eg emenliğinde kaldı.
Abbasiler devrinde, Malatya bölgesindeki üsten hareket eden ve mühim bir kısmı Türklerden meydana gelen İslam orduları Bizans topraklarına sık sık akınlar düzenliyor ve bunların bazıları Canik bölgesine kadar uzanıyordu. 843 yılında Ünye civarını ald ılar, ancak bu durum kısa sürdü. Abbasilerin Türk komutanı Ahmed İbn İnanç et-Türki 893 yılında bütün orta ve doğu Karadeniz bölgesini ele geçirdi. Abbasi ordusundaki Türk komutanların Anadolu'da Bizans'la yaptığı mücadelelerin hatıraları Seyyid Battal Gazi destanları şeklinde dilden dile aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır.

3. İLK TÜRK FETİHLERDEN OSMANLILARA KADAR ÜNYE

Tarih boyunca İskitler, Sabirler ve Hunlar gibi çeşitli Türk asıllı veya içinde Türk unsurlar da bulunan kavim ve devletler Anadolu'ya ilgi göstermiş ve zaman zaman da daha ziyade kısa süreli olmak üzere çeşitli fetihler yapmışlardır. Abbasiler döneminde de, İslam ordularının çoğunluğu Türklerden meydana geliyordu. Bizans ile uzun süreli savaşlar sebebi ile sınırları korumak için Abbasiler Doğu Anadolu'ya çok sayıda Türk ailesini yerleştirmişlerdi. Ancak, Anadolu'nun tümüyle ve kesin ola rak Türk vatanı haline gelmesi Selçuklular döneminde olmuştur.

Selçuklular Anadolu'ya ilk kez daha imparatorluk haline gelmeden önce 1018 tarihinde Çağrı Bey komutasında keşif mahiyetinde bir akın yaptılar, ve Orta Asya'da sıkışmış olan Türk milleti için ikinci vatan toprağını seçtiler. 1037 tarihinde Bü yük Selçuklu İmparatorluğunun kurulmasından sonra giderek artan Selçuklu akınları ve Bizans ordusuna karşı kazanılan Hasankale ve bilhassa Malazgirt zaferlerinden sonra Anadolu tümüyle Selçuklu hakimiyetine girdi. Büyük Selçuklu İmparatorluğu, eski T ürk devletlerinin çoğunda olduğu gibi, büyük bir konfederasyon şeklinde idi. Anadolu'nun orta-batı kesiminde, başkenti İznik olan Anadolu Selçuklu Devleti, orta-kuzey kesimlerinde de Danişmendliler Devleti hakimdi.

1080 yılında Ünye dahil bütün Karadeniz sahilleri Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na bağlanmıştı. Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan'ın Bizans karşısında elde ettiği Malazgirt zaferinden sonra, onun emri ve izniyle, çok sayıda Türk beyi fethettikleri yerl er kendi beylikleri sayılmak üzere Anadolu'da fetihler yaptılar. Canik bölgesindeki fetihler Danişmendli Devletinin kurucusu olan Melik Ahmed Danişmend Gazi tarafından başlatılmıştır.

DANİŞMENDLİER DÖNEMİ

Melik Ahmed Danişmend Gazi'nin asıl adı Taylu'dur. Bilindiği gibi "Danişmend" kelimesi o dönemin yüksek eğitim kurumları olan medreselerdeki "Doçent" seviyesindeki öğretim üyelerine verilen ünvandır. İbn'ül Esir tarihinde Melik Ah med Danişmend Gazi'ye bu ünvanın Türkmen boylarına öğretmenlik yaptığı için verildiği bildirilmektedir. Melik Ahmed Danişmend Gazi Malazgirt savaşına bizzat katılmış ve zaferden sonra Tokat, Sivas, Amasya, Çorum ve Niksar bölgelerini fethetti. Hakimi yetini bu bölgelere komşu olan sahil bölgelerine kadar genişletti. Danişmend Gazi 1085 tarihinde ölünce, yerine oğlu Gümüştegin geçti.

Melik Ahmed Danişmend Gazi ile başlayan Danişmendli akın ve fetihleri Ünye ve Canik havalisinde insanların hafızasında kalıcı biçimde yer etmiştir. Bu akın ve fetihlerle ilgili, destani hayal unsurları ve menkıbelerle süslenerek zenginleştirilmiş çeş itli efsane ve rivayetler günümüzde de bölge ahalisi arasında anlatılagelmektedir.

Danişmendli hükümdarlarının hepsi de halk tarafından Melik Gazi diye anılmaktadır. Melik Gazi ile ilgili bölgede yaygın olarak anlatılan bir rivayet şöyledir: Melik Gazi Ünye Çataltepe civarında kafirlerle yaptığı savaşlardan birinde ağır yaralanmışt ı. Kendisine, eğer bu yaradan dolayı ölürse nereye defnedilmek istediğini sordular. Atacağı okun düştüğü yere gömülmesini söyledi. Çataltepe'ye çıkarak yayını gerdi ve okunu attı. Bu ok, Niksar'a kadar gitti ve vasiyeti üzerine Melik Gazi oraya defne dildi. Bu menkıbe, bölgedeki ilk fetihleri yapmasının sağladığı yüksek itibarın, Canik bölgesindeki Türkler arasında Melik Gazi'yi adeta bir evliya mertebesine yükselttiğini göstermektedir.

Danişmendliler 1086 yılında Karadeniz sahillerine sefer yaptılar ve Canik bölgesini ele geçirip Samsun'u kuşattılar. Muhtemelen bugünkü şehrin tepesinde yer alan eski Samsun şehrini ele geçiremediler. Bunun üzerine şehre 3 kilometre mesafede yeni bir şehir kurdular. Eski şehre "Gâvur Samsun" adını verdiler, yeni şehre ise "Müslüman Samsun" dediler. Müslüman Samsun'un yeri muhtemelen bugünkü Samsun şehir merkezi idi. Bu iki şehir uzun zaman komşu olarak yaşadı.

1096 tarihinde Türkler ve İslam dünyasına karşı başlatılan Haçlı seferlerinin birincisi yapıldı. Anadolu Selçukluları ve Danişmendliler kat kat üstün durumdaki düşmana karşı çete savaşı ağırlıklı bir mücadele vererek, Anadolu'nun merkezi kısmında top lanmak ve tüm sahil kesimlerinden çekilmek zorunda kaldılar. Anadolu Selçuklularının ilk başkenti olan İznik ile birlikte Ünye de 1100'ler civarında artık Bizans'a aitti. Haçlılar Anadolu'yu Türklerden temizlemek, Kudüs'ü almak ve mümkünse bütün İsla m topraklarını ele geçirmek arzusundaydılar.

Ancak, Bizans ve Haçlıların umduğu gerçekleşmedi; Türkler Anadolu'dan sökülüp atılamadı. Bir asır kadar Haçlılar ve Bizans ile çetin mücadeleler devam etti. Anadolu Selçuklu Devleti ile Bizans arasında 1176 yılında yapılan Miryokefalon savaşında Biza ns ordusu bir kez daha ve kesin olarak hezimete uğrayınca, Bizans ve Hıristiyan dünyası artık Anadolu'nun yeni bir Türk vatanı olduğu gerçeğini ister istemez kabul etti. Bu tarihlerden itibaren Anadolu batılılar tarafından Türkiye ve Türkomanya adlarıyla anılmaya başladı.

Danişmendli Gümüştegin 1100 yılında yapılan bir savaşta Antakya Haçlı Prensi Bohemund'u esir edip Niksar'a hapsetti. Bu olay ikinci ve büyük bir haçlı seferinin yapılmasına yol açtı. Prens Bohemund'u kurtarmak için, Ankara'yı ele geçirdikten sonra Ni ksar istikametinde ilerleyen Haçlı ordusu Merzifon yakınlarında Danişmendli ve Selçuklulardan müteşekkil 10 000 kişilik Türk ordusu tarafından 1101 yılında bozguna uğratıldı. Haçlı ordusunun beşte dördü imha edildi; küçük bir kısmı Bafra'ya kaçarak g emilerle İstanbul'a ulaşabildiler. Haçlılarla daha sonra yapılan çeşitli muharebeler de Türk tarafının başarısı ile sonuçlandı.

12 yüzyılın ilk yarısında, Danişmendliler Anadolu'daki en güçlü Türk devleti idi. Danişmendliler bir taraftan orta ve batı Karadeniz için Bizans ile mücadele ederken, bir yandan da Anadolu hakimiyeti için Konya Selçukluları ile çekişme içindeydiler. 1104 yılında hükümdar olan Emir Gazi zamanında Danişmendli Devletinin gücü zirveye ulaştı. Emir Gazi Anadolu Selçuklu Devletinin tahtına da kendi damadı olan I. Sultan Mesud'un çıkmasını sağladı. Malatya, Kayseri, Kastamonu, Çankırı, Karadeniz sahill eri ve Sakarya bölgesine kadar olan yerleri devletine kattı. Kilikya Ermenilerini de vergiye bağladı. Bizans Devleti ile mücadelesinde Bizans'ın iç karışıklıklarını da değerlendirdi. Bizans tahtına çıkmak için isyan edenleri destekledi. Emir Gazi'nin 30 yıl devam eden bu parlak devri 1134 tarihine kadar sürdü. Yerine oğlu Melik Muhammed geçti.

Melik Muhammed devrinde Danişmendli Devletinde iç karışıklıklar çıktı. Bunu fırsat bilen Bizanslılar 1135 tarihinde Çankırı, Kastamonu ve Karadeniz sahillerini işgal ettiler. Melik Muhammed aynı yıl Anadolu Selçuklu hükümdarı I. Mesud ile birlikte ha reket edip Bizans tarafından işgal edilen toprakların çoğunu geri aldı. Karadeniz sahil kesimleri ise Bizans işgalinde kaldı.

1139 yılında Bizans'ın Niksar'ı ele geçirmek için giriştiği büyük bir hücuma başarıyla mukavemet eden Melik Muhammed, 1140-1141 yıllarında da Karadeniz sahillerini ve Ünye'yi Bizanslılardan geri aldı. Fethedilen bu bölgelere büyük miktarda Türkmen nü fus yerleştirilerek bölge emniyet altına alındı. Melik Muhammed 1143 yılında öldüğünde, Danişmendli Devletinin sınırları Gürcistan, Mezopotamya, Çukurova, Karadeniz sahilleri ve Sakarya boylarına kadar ulaşıyordu.

Melik Muhammed'den sonra Danişmendli Devleti Sivas Kayseri ve Malatya merkezli üç kısma bölündü. Sivas - Amasya bölümünün başına Melik Yağıbasan geçti. Bu durumdan faydalanan Anadolu Selçuklu hükümdarı I. Mesud bir kısım Danişmendli topraklarını zap tetti. Danişmendliler büyük ölçüde Anadolu Selçuklu Devleti'nin himayesine girdiler. Bu arada Ünye ve bazı Karadeniz sahilleri de Bizans'ın eline geçti. Melik Yağıbasan 1150 yılında Bafra, Samsun ve Ünye'yi yeniden ele geçirdi.

Sultan I. Mesud ölüp Sultan II. Kılıç Arslan Konya tahtına çıkınca, Anadolu Selçuklu Devleti'nin üstünlüğünü kabul etmek istemeyen Melik Yağıbasan, kendisine müttefikler buldu. Hatta, Selçuklulara karşı Bizans ile de anlaşıp, buna karşılık 1157 yılın da Ünye ve Bafra'yı tekrar Bizans'a terk etti. Selçuklu ve Danişmendli orduları iki defa karşı karşıya geldi ise de, din bilginleri araya girerek, Haçlılar ve Bizans ile savaşıldığı böyle günlerde kardeşin kardeşle savaşmasının doğru olmayacağını söy leyerek kan dökülmesini engellediler.

1162 yılında Melik Yağıbasan Sultan II. Kılıç Arslan'a ait düğün alayına hücum edip yağmalayınca savaş kaçınılmaz hale geldi. II. Kılıç Arslan ordusu ile Yağıbasan'ın üzerine yürüdüyse de, Bizans ordusunca desteklenen Danişmendli ordusuna karşı yenil di. Yağıbasan 1164 tarihinde öldü.

Melik Yağıbasan, güçlü bir şahsiyet olmakla beraber, hataları da vardı. Daha önce çok güçlü olan Danişmendli Devletinin Anadolu Selçukluları karşısında ikinci derecede kalmasını kabullenememiş, devleti eski gücüne kavuşturmak için çareler aramış, fak at bu arada Selçuklular'a karşı Bizans ile ittifak yapmak ve Ünye'yi fethettikten sonra bu ittifak uğruna geri vermek gibi vahim hatalar da yapmıştır. Yine de, Ünye'nin Türk hakimiyetine geçme aşamaları içinde Melik Yağıbasan'ın rolü çok önemlidir. M elik Yağıbasan'ın adı da bölge ahalisi arasında yüzyıllar boyunca anılagelmiştir. Ünye'nin Yağbasan köyü de adını bu Danişmendli hükümdarından almaktadır. Bilindiği gibi "Yağı" düşman, "basmak" ise hücum etmek ve yenmek, mânâsına gelen has Türkçe bir kelimelerdir. "Yağıbasan" da, düşmanlarına galip gelen kişi mânasına gelmektedir. Melik Yağıbasan'ın türbesi Danişmendli meliklerinin çoğu gibi Niksar'dadır.

ANADOLU SELÇUKLULARI DÖNEMİ

Ünye'nin ve bütün orta - kuzey Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında mühim rol oynamış olan Danişmendliler, Yağıbasan'dan sonra giderek güçlerini daha da yitirdiler. Anadolu Selçuklu hükümdarı Sultan II. Kılıç Arslan 1176 yılında Bizans'a karşı Miryokefalon'da büyük bir zafer kazandı. Bunun ardından Anadolu'da Türk birliğini sağlama çabalarını arttırdı ve 1178 yılında bütün Danişmendli toprakları Anadolu Selçuklu Devleti'ne katıldı.

1170-1180 yılları arasında, orta Asya ve Azerbaycan üzerinden Anadolu'ya çok büyük sayıdaki Türkmen boyları göç etmiştir. Orta Asya ve Maveraünnehir'e hakim olan Moğol asıllı Karahıtaylar'ın baskısı sebebi ile meydana gelen bu göçler Anadolu'da bazı geçici sıkıntı ve çatışmalara yol açmıştır. Bu göçlerin sonucunda, artık Anadolu'da Türkler nüfusun büyük bir çoğunluğunu meydana getirmişlerdir.

Sultan II. Kılıç Arslan yaşlandığı için 1186 yılında eski Türk devlet geleneklerine göre ülkesini 11 eyalete ayırıp, her birinin başına oğullarından birini melik olarak tayin etti. Kendisi ise merkezde olan Konya'da idi. Bu meliklerden Rükneddin Süle yman Tokat ve yöresine hakimdi. Rükneddin Süleyman Karadeniz sahillerine sefer yaparak Samsun ve Ünye bölgelerini Anadolu Selçuklu Devletine bağladı. Rükneddin Süleyman daha sonra 1196 yılında Anadolu Selçuklu sultanı oldu.

1196 yılında Bizans İmparatoru III. Aleksios Angelos bir filo göndererek Samsun limanındaki ticari gemileri yağma ettirip tüccarları da esir etti. Bunun üzerine Rükneddin Süleyman Şah Bizans'a bir elçi göndererek, esirlerin serbest bırakılmasını ve m alların geri verilmesini istedi. Selçuklular'la savaşı göze alamayan Bizans hükümdarı istenenleri yerine getirdi ve Selçuklulara yıllık vergi ödemeyi de kabul etmek zorunda kaldı.

Bu sıralarda, Hıristiyan âlemi Müslümanlara göre medeniyetçe oldukça geri durumda idi. Bizans, Hıristiyan alemi içindeki en güçlü ve gelişmiş devletti. Ancak, Selçuklu akınlarına karşı koyamayacağını anlayınca, diğer Avrupa devletlerinden yardım iste miş ve Haçlı Seferleri de bu yardım çağrısı üzerine 1096 yılında başlamıştı. Haçlılar, Hıristiyan olmakla birlikte farklı mezhepten olduğu için Bizanslılardan nefret ediyorlardı. Ayrıca, Avrupa'nın diğer kısımları sefil bir hayat sürerken, Bizans'ın içinde bulunduğu zenginlik ve ihtişam Haçlıların gözünü kamaştırmış ve kıskançlık duygularını alevlendirmişti. Bizanslılar da Haçlıların ilkelliğini, yağmacılığını ve saldırganlığını gördükçe onlardan nefret etmeye başlamışlardı.

Dördüncü Haçlı Seferi sırasında, 1204 yılında Haçlılar Müslümanlarla ve Türklerle savaşmak yerine, zenginliğine göz diktikleri İstanbul'u işgal edip yağmaladılar. Ortodoks olan Bizans Devletinin yerine bir Katolik Latin Devleti kurulmuş oldu. Bizans imparator ailesinin bazı fertleri kaçarak İznik ve Trabzon'da ayrı devletler kurdular. Böylece, Türklerin karşısındaki Bizans gücü zayıflamış ve parçalanmış oldu.

Trabzon Rumları 1204 yılında bulundukları bölgeden batıya doğru hücum ederek Ünye, Samsun ve Sinop'a kadar olan sahil kesimlerini ele geçirdiler. Samsun şehrindeki Müslüman ve Hıristiyanların yardım istemesi üzerine, Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyasedd in Keyhüsrev sefere çıkarak Trabzon hükümdarı Aleksis'i yendi ve bölgeden uzaklaştırdı. Orta ve batı Karadeniz sahilleri, Selçuklulara tâbî olarak mahalli idarecilerin elinde kaldı. Böylece Sinop ve Samsun üzerinden gemilerle yapılan ticaret yeniden canlandı.

1214 senesinde, Trabzon Hükümdarı Aleksis yeniden orta ve batı Karadeniz sahillerine hücum etti. Selçuklularla yapılan savaşı kaybeden Aleksis esir edildi. Selçuklulara tâbî olmayı ve yıllık vergi vermeyi kabul ederek serbest bırakıldı. Sinop'tan Üny e'ye kadar olan sahiller bir kez daha Anadolu Selçukluları'na bağlandı.

1228 yılında, Harezmşahlar'ın Anadolu Selçuklu Devletine saldırmasını fırsat bilen Rumlar yeniden Ünye'den Sinop'a kadar olan Selçuklu topraklarını işgal edip yağmaladılar. Dönemin büyük hükümdarı Sultan Aâeddin Keykubad sefere çıkarak işgal edilen t oprakları kurtardı. Rumların saldırganlığına kesin çözüm bulmak maksadıyla Trabzon'u kuşatmaya karar verdi. Selçuklu donanması Trabzon'u kuşattı. Fakat çok iyi savunulan Trabzon'un fethi mümkün olmadı. Bu sırada 1230 yılında yapılan Yassıçimen savaşı nda Selçuklular Harezmşahlar'ı kesin bir yenilgiye uğratmıştı. Bunun üzerine Rumlar barış istediler. Trabzon Rum Devleti'nin Selçuklular'a tâbi olması ve vergi vermesi bir kez daha kabul edildi.

Selçuklular, sürekli hakimiyet mücadelesi yapılan bu bölgeyi düşman hücumlarına karşı korumak için Orta Karadeniz bölgesine Çepni Türkmenlerini yerleştirdi. Sinop'tan Trabzon'a kadar uzanan bölgenin Osmanlılara kadar olan tarihinde Çepniler'in oynadı ğı rol mühimdir.

Sultan Alâeddin Keykubad 1237'de öldüğünde Anadolu Selçuklu Devleti gücünün zirvesindeydi. Cengiz Han'ın kurduğu Türk-Moğol İmparatorluğu bu yıllarda Ön Asya'yı da tehdit eder hale gelmişti. Bu imparatorluğun pir parçası olan ve merkezi İran'da bul unan İlhanlı Devleti, Anadolu Selçuklularını kendi yüksek hakimiyetini tanımaya davet etti. Bunun kabul edilmemesi üzerine 1243 yılında yapılan Kösedağ Savaşı Selçukluların yenilmesiyle sonuçlandı. Selçuklular ve bölgedeki bütün devletler İlhanlılar' a tâbî oldu. Ön Asya'da Memlûk Devleti dışında bağımsız devlet kalmadı.

BEYLİKLER DÖNEMİ

Anadolu Selçuklularının güç kaybedip Moğollara tâbî olduğu bu yıllarda Anadolu'ya yeni ve yoğun bir Türk muhacereti meydana geldi. Anadolu'da merkezi hakimiyet zayıflayınca, o zamana kadar Selçuklular'a bağlı olan Türkmen boyları kendi başlarına buy ruk hareket etmeğe başladılar. Hepsi de görünüşte Selçuklular'a tâbi beylikler sayılmakla beraber, onlardan izin almaksızın savaşlar ve fetihler yaptılar. Bu beyliklerden biri de Bilecik ve Eskişehir bölgesindeki Osmanlı Beyliği idi. 1300 yılına doğru, Anadolu'da Türkmen Beylikleri tarafından fethedilmeyen pek az yer kalmıştı. Bunlar da, Trabzon Rum Devleti, Çukurova'daki Kilikya Prensliği ve Marmara Denizi'nin Anadolu sahilindeki bazı yerlerdi. Ayrıca Biga, Alaşehir, Gâvur Samsun ve Amasra gibi bazı kaleler de hâlâ Hıristiyanların elindeydi.

İlhanlı hakimiyeti döneminde Ünye ve Orta Karadeniz bölgesinde zaman zaman hakimiyet mücadeleleri oldu. İlhanlılar Müslümanlara karşı Hıristiyanları destekleyen bir politika uyguladıkları için, Trabzon Rum Devleti kendi sınırlarını genişletmeye çalış tı. Ünye de sık sık el değiştirdi. 1297 yılında Ünye Türkmenler (muhtemelen Çepniler) tarafından bir kez daha Rumlardan alındı ve Trabzon şehrine kadar uzanan akınlar yapıldı. Bu dönemde Türkmenlerin Kuşdoğan adlı bir beyi vardı ve Giresun şehrini de ilk kez Rumlar'dan almıştı. Ünye'nin Kuşdoğan köyü muhtemelen adını bu tarihi şahsiyetten almaktadır.

14. yüzyıl başlarında diğer Türkmen beylikleri gibi, Orta Karadeniz bölgesinde de muhtelif beylikler ortaya çıktı. Bunların hepsi birden Canik Beyleri diye anılır. Diğer Anadolu Beyliklerine göre daha küçük olan Canik Beylikleri şunlardır: Bafra'da B afra Beyleri, Samsun ve Lâdik civarında Kubadoğulları, Vezirköprü, Havza Merzifon bölgesinde Taşanoğulları, Amasya'da Kutluşahlar diye de anılan Amasya Beyleri, Çarşamba ve Niksar bölgesinde Taceddinoğulları ve Terme'den Giresun'a kadar olan bölgede Hacı Emir Beyliği. Bu beylikler ilk fetihler sırasında bölgeye yerleştirilen Türkmen boylarına ve bilhassa Çepniler'e dayanıyordu. Hacı Emir Beyliği dışındaki beylikler Amasya Beyleri'ne tâbî idiler. Hacı Emirli Beyliği ise, Sivas'ta bulunan Eretna D evleti'ne ve daha sonra da Kadı Burhaneddin Devleti'ne tâbî idi.

Hacı Emir Beyliğinin bilinen ilk beyi olan Bayram Bey Rumlar üzerine akınlar yapıyordu ve topraklarını doğu yönünde genişletiyordu. Ordu'nun Bayramlı köyü adını muhtemelen Bayram Bey'den almıştır. 1323 yılında Bayram Bey Trabzon Hamsiköy'e kadar uzan an bir sefer yapmıştı. Bu seferler sırasında bütün doğu Karadeniz sahillerinin art bölgeleri Türkmen nüfusla doldu. 1340 yıllarında Giresun bir kez daha ele geçirildi. Bayram Bey'den sonra beyliğe adını veren oğlu Hacı Emir Bey başa geçti. 1346'da Ünye Hacı Emir Bey tarafından son kez fethedildi. 1358 yılında Hacı Emir Bey Trabzon Maçka'ya kadar uzanan bir seferde büyük başarı kazandı. Trabzon Rum hükümdarı Haccı Emir'e karşı koyamayacağını anlayınca kız kardeşi Teodora'yı onunla evlendirerek ba rışı temin etti. 1361 yılında Trabzon Rum imparatoru artık hısımı olan Hacı Emir Bey'i ziyaret için Ünye'ye geldi. Dönüşte Hacı Emir Bey de Giresun'a kadar onu uğurladı. 1387 yılında Hacı Emir hastalanınca yerine oğlu Emir Süleyman geçti. Hacı Emir iyileşince tekrar başa geçmek istedi. Emir Süleyman bunu kabul etmeyince baba oğul arasında çatışma çıktı.

Niksar beyi Taceddin Bey kargaşa ortamından faydalanıp Hacı Emir Beyliği'ne saldırdı. Yapılan iki seferi Emir Süleyman geri püskürttü. Taceddin Bey'in yeni bir sefere hazırlandığını öğrenince, Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin'den yardım istedi. Faka t Kadı Burhaneddin yardım hazırlıklarını tamamlayamadan Taceddin Bey bir kez daha ordusuyla Emir Süleyman'ın üzerine yürüdü. Bu defa yapılan savaşı Emir Süleyman kesin olarak kazandı. Taceddin Bey bu savaşta öldü ve adamlarının da çoğu esir edildi. T aceddin Bey'den sonra yerine geçen Mahmud Çelebi Hacı Emir Beyliği ile barış yaptı ve Kadı Burhaneddin'in yüksek hakimiyetini kabul etti.

Kadı Burhaneddin Devleti ile Osmanlılar bu yıllarda Anadolu hakimiyeti için çekişmekteydiler. 1391 yılında Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezid Yeşilırmak vadisine kadar uzanan bir sefer yaptı. Küçük bir beylik olan ve Kadı Burhaneddin Devletine bağlı olan Amasya Beyliği ve Yeşilırmak havzası 1392 yılında Osmanlılar tarafından alındı. Bu sırada bütün Canik beyleri Osmanlılara tâbî oldular. Ancak Kadı Burhaneddin bu durumu kabullenmedi. Ve Yıldırım Bayezid Balkanlarda savaşırken Canik beylerinden yeniden kendi hakimiyetini tanımalarını istedi. Önce Taceddinoğulları'nı yenerek hakimiyetini kabul ettirdi. Bunun üzerine bütün Canik Beylikleri Kadı Burhaneddin'e karşı ittifak kurmaya teşebbüs ettiler, ancak bunu da sağlayamadılar. Bu sırada Kadı Burhaneddin'in ordusu bir Osmanlı ordusunu mağlup edince Canik beyleri yeniden Kadı Burhaneddin'e bağlılığı kabul etmek zorunda kaldılar.

Hacı Emir oğlu Süleyman Bey 1397 senesinde Giresun'un kuşatarak kesin olarak topraklarına kattı. Bu durumu bağlı olduğu Kadı Burhaneddin'e ve çeşitli İslam ülkesi hükümdarlarına bir fetihname ile bildirdi. Bu fetihnamede "İslamın zuhurundan beri Müslümanların eline hiç geçmemiş olan Giresun'un fethedildiği" bildirmekteydi. Böylece Hacı Emir Beyliği'nin sınırları Trabzon'a çok yaklaşmış oluyordu.

Niğbolu zaferinden sonra Sultan I. Bayezid (Yıldırım) 1398 yılının baharında Canik üzerine bir sefer düzenledi. Kubadoğlu beyliğine ait olan Müslüman Samsun'u aldı. Kubadoğlu Cüneyd Bey Osmanlı Devleti'ne bağlılığı kabul etti ve kendisine Ladik civar ı bırakıldı. Samsun ve civarının Osmanlılar tarafından kolayca ele geçirilmesi üzerine, Bütün Canik bölgesi emirleri Osmanlı Devleti'ne tâbî olmayı kabul ettiler. Böylece, Çarşamba, Terme, Niksar civarına hakim olan Tacüddinoğlu Mahmud Bey ve Alparsl an Bey, Bafra civarına hakim olan Taşanoğulları ile, Ünye'den Tirebolu'ya kadar olan kesime hakim olan Hacıemiroğlu Süleyman Bey'in Osmanlılara bağlanmasıyla, Osmanlı Devleti Harşit Irmağına kadar ulaşmış ve Trabzon Rum İmparatorluğu ile sınırdaş ol muştu.

Büyük bir devlet adamı olup, aynı zamanda bilgin ve şâir olan, Osmanlı Devleti'nin bile kendisinden çekindiği, Şehzade Ertuğrul Bey'in kumanda ettiği Osmanlı ordusunu Kırkdilim meydan savaşında mağlup eden Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed 1398 yılında isyancı aşıretler tarafından katledildi. Kadı Burhaneddin'den sonra meydana gelen karışıklıklar sebebiyle Sivas halkı Osmanlılar'dan yardım istedi. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid 1399 yılında ordu göndererek şehri isyancılardan kurtardı ve bö lgede Osmanlı hakimiyeti kuruldu. Böylece hem iç Anadolu'nun büyük bir kısmı Osmanlı Devletine bağlanmış oluyor, hem de daha önemlisi, bu bölgede Osmanlılara rakip olabilecek hiç bir güç kalmamış oluyordu.

1402 yılında Timur ile Yıldırım Bayezid arasında yapılan ve Osmanlıların yenilip Yıldırım Bayezid'in esir düştüğü Ankara savaşından sonra Osmanlı Devleti ciddi bir sarsıntı geçirdi. Bütün Anadolu beylikleri Timur'a tâbî olarak Osmanlılardan ayrıldıla r. Hacı Emir Beyliği de Timur Devleti'nin hakimiyetini tanıdı. Bu yıllarda Timur'un yanına Semerkand'a elçi olarak giden İspanyol seyyah Clavijo Ünye'den de geçmiştir. Seyahatnamesinde, Hacı Emirli beyliğinin 10000 askeri olan önemli bir beylik olduğ unu yazmaktadır.

Aynı yıllarda, Kubadoğlu Cüneyd Bey Samsun'u yeniden ele geçirdi. Kısa süre sonra Taceddinoğlu Hasan Bey, Cüneyd Bey'in üzerine hücum ederek onu öldürdü. Taceddinoğulları Çarşamba civarına hakim oldular. Bafra ve Samsun'a ise Candaroğulları hakim old ular. Timur Devleti'nin Anadolu'ya ilgisi azalınca, Osmanlı hükümdarı Çelebi Mehmed Canik bölgesine kendine bağlamak için 1419 yılında bir sefer düzenledi. Cenevizlilere ait olan Kara Samsun'u aldı. Bunun üzerine Candaroğulları Müslüman Samsun'u sava şsız olarak Osmanlılar'a terkettiler. Taceddinoğulları ve Hacı Emir Beyliği de yeniden Osmanlılar'a tâbî oldu. 1428 yılında Taceddinoğulları beyliğine son verilip Çarşamba ve havalisi doğrudan Osmanlılar'a bağlandı.

Sultan II. Murad zamanında Osmanlı kuvvetleri kara ve denizden Trabzon'a kadar hücum ettilerse de, fırtına sebebi ile başarılı olamadılar. Fatih Sultan Mehmed zamanında da padişahın katılmadığı küçük çaplı Osmanlı orduları Trabzon'u kuşattılar ama ba şarılı olamadılar. Hacı Emir Beyliği ise Trabzon'un Osmanlılar tarafından fethine kadar varlığını sürdürmüş gibi görünmektedir. Uzun Hasan döneminde Akkoyunlu Devletine tâbî olarak, 1461 yılında Osmanlılar'a ait Tokat şehrine yapılan hücuma katıldıla r. Bu esnada Hacı Emir Beyliğinin başında Emir Ali adlı bir bey vardı. Aynı yıl Fatih Sultan Mehmed bizzat çıktığı seferle Trabzon Rum Devleti'ni Osmanlı Devleti'ne kattı ve sınırları Kafkasya'ya kadar genişletti. Bu sırada Hacı Emir Beyliği de kesin olarak ortadan kaldırılıp Ünye doğrudan Osmanlı Devleti'ne bağlanmış oldu.

4. OSMANLI DÖNEMİNDE ÜNYE

Osmanlı Devleti bütün Karadeniz'e hakim olduktan sonra, Ünye ve civarı uzun bir huzur ve sükûn dönemine girdi. Sahip olduğu uygun coğrafi konum sebebiyle Ünye bu dönemde önemli bir liman ve ticaret merkezi haline geldi. Bu dönemde siyasi tarih açısın dan çok önemli olaylar olmadıkça Ünye'nin adının tarihlerde geçmediği görülüyor.

16. asır ortalarında, Kanuni Sultan Süleyman'ın kanunnamelerine göre Ünye'nin dahil olduğu Canik livası Sivas eyaletine bağlanmıştı. Bu dönemde Ünye kalesinde 32, şehirde 152 asker nüfus vardı. Kalede bulunanların biri dizdar, biri kethüda, biri meht er 29'u muhafızdı. Belli görevlerden muaf tutulma kaydıyla 8 nefer kalenin tamiratı işini üstlenmişlerdi. Aynı haklarla Ünye derbendinde 8 nefer beklemekteydi. Bu dönemde Ünye'nin 70.000 akçeden fazla yıllık geliri vardı.

16. yüzyılın ikinci yarısında başlayan, medrese öğrencisi olan veya kendisine bu süsü veren kişilerin yaptığı, uzun yıllar devam eden eşkıyalık faaliyetlerine topluca "Suhte Hareketi" denmektedir. Bu kelime günümüzde bozulmuş haliyle " Softa" şeklinde kullanılmaktadır. Suhte hareketinin en yoğun olduğu bölgeler Kastamonu, Bolu ve Canik yöresi idi. Zaman zaman devlet idarecilerinin halka adaletsiz şekilde davranması sonucu, halkın da suhte hareketine sempati duyması söz konusu olabiliyordu. 1576 yılında Amasya sancak beyi Şehsuvar Bey Canik havalisindeki suhtelere karşı görevlendirildi. Yaptığı baskınlar ve çatışmalarla suhteleri büyük oranda sindirdi. Gene de suhte hareketi 17. Yüzyılın ortalarına kadar zaman zaman devlet in başını ağrıtmaya devam etti.

16. yüzyılın sonlarında III. Mehmed Avusturya seferine çıktığında, askerde sayıca eksiklik olduğu tesbit edilmiş ve yapılan sayımda 30 bin kadar tımarlı sipahinin orduya katılmadığı anlaşılmıştı. Bunların kanunen cezalandırılması gerekiyordu. Kaçak s ipahilerin önemli bir kısmı cezalandırılacaklarını duyunca isyan edip etraflarına da çok sayıda insan topladılar. Tarihe "Celâlî İsyanları" diye geçen ve uzun yıllar devam eden bu hareketler hem devletin güç kaybetmesine, hem de Anadolu aha lisinin fakirleşmesine sebep olmuştur. Celali hareketinden Ünye ve Canik sancağı da etkilenmiştir. Celâlî reislerinden Karayazıcı 1601 yılında devlet kuvvetleriyle yapılan bir savaşta bozguna uğrayınca kaçarak Canik dağlarına sığındı. Fakat orada muh temelen kendi adamlarınca öldürüldü.

Celali hareketi 17. yüzyıl boyunca şiddeti değişmek üzere devam etti. İkinci Viyana kuşatmasında Osmanlı Devleti mağlup olunca, uzun yıllar süren bir savaşlar dönemi başladı. Bu arada Karadeniz bölgesini de içine alan geniş çaplı eşkıyalık faaliyetle ri ortaya çıktı. Dönemin Canik mutasarrıfı olan Cafer Paşa eşkıyayı tenkile memur edildi. Cafer Paşa Canik bölgesinin yüksek kesimleriyle Koyulhisar ve Şebinkarahisar bölgelerinde bulunan çok sayıda eşkıya reisini yakalayıp kellelerini İstanbul'a gönderdi.

17. yüzyılda Karadeniz sahillerinin bir başka derdi de Hıristiyan Don Kazaklarının küçük ve süratli gemilerle yaptıkları yağmacılık hareketleri idi. Giresun ve Samsun bu yağmalardan nasibini almıştı. Ünye'nin ise bu saldırılardan doğrudan etkilenip e tkilenmediğini bilmiyoruz. Meşhur seyyah Evliya Çelebi 1640 yılında Ünye'yi ziyaret etti. Kitabında Ünye'nin Ünyes adında bir hükümdar tarafından kurulduğunu ve adını da ondan aldığını yazmaktadır ki; bu tarihi gerçeklere uygun bir değerlendirmedir.

Karadeniz sahilinde 16. ve 17. yüzyıllarda en mühim ticaret iskelesi Ünye idi. Eflak, Boğdan, Ukrayna ve Karadeniz havzası tüccarları Diyarbakır'dan ham kırmızı ipek ve sahtiyan, Haleb'den dirayi ve mavi futa ve başka mallar getirirlerdi. Bu malların ticari muameleleri Ünye'de yapılır ve buradan gemilerle nakledilirdi. Ünye'de mühim bir tersane mevcuttu ve devletin ihtiyaç duyması halinde savaş gemileri de inşa edilirdi. Özellikle Osmanlı Devletinin savaşa girdiği yahut donanmanın güçlendirilmes ine ihtiyaç duyulduğu zamanlarda, çeşitli tersanelerle birlikte Ünye tersanesine de belli sayıda savaş gemisinin inşa edilmesini emreden fermanlar gönderildiğini biliyoruz. Ünye tersanesinde savaş gemilerinden başka özel müteşebbislere ait ticari gem iler de inşa edilmekteydi. Devlet arşivlerinde, Ünye'de hicri 1200-1300 tarihleri arasında inşa olunan 100 çok sayıda ticari gemi için sened-i bahri (armatörlük belgesi) verilmesine dair belgeler mevcuttur. Ünye civarı gemilerde kullanılan halatların hammaddesi olan kendirin de en önemli üretim ve dağıtım merkezi idi. Osmanlı Devletinin kendir ihtiyacının yarıdan çoğu buradan sağlanıyordu.

AYANLAR DÖNEMİ

18. yüzyılda Osmanlı Devletinin girdiği uzun süren savaşlar ve dış gaileler yüzünden, devlet tarafından vergi toplama ve bazı mahalli problemlerin halledilmesi görevi ülke içindeki bir kısım nüfuzlu ailelere verildi. Bu aileler zamanla nüfuz alanlarını genişleterek mahalli güç odakları haline geldiler. Bunlar arasında Çapanoğulları ve Kozanoğulları en meşhur olanlarıdır. Bu dönemde Ünye merkez olmak üzere Canik bölgesi ayanı olarak da Caniklioğulları veya bir başka adlandırma ile Hacı Ali Paşa ailesini görmekteyiz.

Ailenin kurucusu olan Canikli Hacı Ali paşa İstanbul'da Dergah-ı âlî kapıcıbaşılarından olan Fatsalı Ahmed Ağa'nın oğludur. 1762'de Kafkasya bölgesindeki isyanların bastırılmasında gösterdiği başarılar üzerine Babıali tarafından Canik bölgesine muha ssıl (Vergi toplamaya yetkili idareci) olarak tayin edildi. 1768 Osmanlı - Rus savaşına katıldı. Dönüşte Canik bölgesini eşkıyadan temizledi. Bu arada kendine rakip olabilecek nüfuzlu kişileri de bertaraf etti. Gösterdiği başarılardan dolayı devlet t arafından yetki alanı genişletilerek önce Amasya daha sonra da Tokat bölgesi kendisine bağlandı. Ayrıca, kendisine kapıcıbaşılık unvanı verildi.

1773 yılında Kırım Hanı Devlet Giray'ın tavsiyesi ile Kırım seraskeri oldu ve Trabzon sancağı da uhdesine verildi. 1775 yılında İran ile Osmanlı Devleti arasında gerginlik çıkması üzerine çıkan gelişmelerde rol aldı ve bunun neticesinde Erzurum eyale ti ile Şarkikarahisar (Şebinkarahisar) bölgesi de kendi ailesine bağlandı. Daha sonra Sivas ve Kastamonu bölgesi de nüfuz alanına girdi. Hükümet, bunlara karşılık Hacı Ali Paşa'nın bulunduğu bölgeden 40 000 asker toplayarak Rusya'ya karşı savaşmak için Kırım üzerine gitmesini istedi.

1778 yıllarındaki bu savaşta üzerine düşen görevi gerektiği gibi yapmayan, hakim olduğu bölgede ahaliye eziyet ettiğinden şikâyet olunan ve Bozok (Yozgat) bölgesinde nüfuz sahibi olan Çapanoğulları ile sürtüşmeye giren Hacı Ali Paşa'nın bu sebeplerle görevden alınmasına karar verildi. Sivas valiliği elinden alınıp kendisi Trabzon'a gönderildi. Sonraki yıllarda affedildikten sonra yine Kırım ve Kafkasya taraflarında çeşitli devlet görevlerinde bulundu. 1785 yılında öldü.
Ali Paşa'dan sonra oğulları Battal Hüseyin Bey ve Mikdad Ahmed Paşa çeşitli önemli devlet görevlerinde bulundular. 1787-1792 arasında Osmanlı Devleti ile Rusya ve Avusturya arasında yapılan savaşta üzerlerine düşen görevi gereği gibi yapmayan Canikli oğulları ailesinin fertlerinin çoğu idam ve sürgün cezasına çarptırıldılar. Sadece savaşa Ruslara esir düşmüş olan Battal Hüseyin Paşa ve onun oğlu Tayyar Mahmud Paşa sağ kaldı. Esirlikten kurtulunca kendilerine Canik bölgesi yeniden verildi. 1801 yı lında Battal Hüseyin Paşa öldü. Tayyar Mahmud Paşa ise Nizam-ı Cedid aleyhtarı tutumu sebebi ile Padişah ile uyuşamadı. Nihayet Sultan II. Mahmud tarafından 1808 yılında idam ettirildi. Böylece Caniklioğullarının 18. yüzyıl ortalarından beri süren de vlet içinde devlet konumu sona ermiş oldu.

19. yüzyılın başlarında Canik bölgesinin idarecisi olan Süleyman Paşa Ünye'de büyük bir saray inşa ettirmiştir. Güzelliği ile dillere destan olan bu saray, sonraları bir yangında tümüyle harab oldu. Bu sarayın batılı bir seyyah tarafından çizilen bir gravürü mevcuttur. Süleyman Paşa Karadeniz bölgesindeki çeşitli derebeyleri ile devlet namına mücadele etmiştir.Mezarı Çarşamba'dadır.

Bilindiği gibi eski tarihlerde Ordu adlı bir yerleşim yeri yoktu. İlk olarak 19. asrın başlarında Trabzonlu Avedik adlı bir kişinin önayak olmasıyla sahilde küçük bir iskele ve evler yapıldı ve gayrimüslimlerle iç kısımdaki köylerden göçen bir kısım Türk ahali buraya yerleşti. Önceleri Bucak diye adlandırılan yerleşim yeri, bir askeri birliğin uzun süre burada yerleşmesi sebebiyle sonraları Ordu adıyla anılmaya başladı ve bu ad yaygınlık kazandı. Uygun konumu sebebi ile bu asrın sonlarına doğru Ordu mühim bir kasaba haline geldi. 1867 yılında yapılan idari taksimata göre Ünye, Trabzon vilayetine bağlı Canik sancağının 4 kazasından biri idi. Diğer 3 kaza ise Samsun, Çarşamba ve Bafra idi. İlk defa 1869 yılında Ordu Trabzon merkez sancağına b ağlı bir kaza yapıldı. 1877 yılında Canik Trabzon'dan ayrılıp bağımsız sancak oldu. 1888 yılında yeniden Trabzon vilayetine bağlandı. 1908 yılında ilan edilen II. meşrutiyet döneminde Canik sancağı yeniden müstakil oldu.

19. yüzyılın sonlarında Ünye şehir nüfusu 10 bin civarındaydı. Köyleriyle birlikte toplam nüfusu ise 50 bin kadardı. Ünye'nin o tarihte 104 köyü vardı. Ünye'de 75 cami 2 han 3 hamam, 400 dükkan vardı. Yine 19. asrın sonlarında Ünye'de 271 öğrencisi o lan 1 medrese, 91 öğrencisi olan 1 rüşdiye okulu, toplam 1554 öğrencisi olan 79 müslüman okulu ve 403 öğrencisi olan 14 gayrimüslim okulu vardı.

Rusya'nın Kafkasya'yı istilası ve Müslümanlara katliam uygulaması yüzünden 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu'ya Kafkasya'dan göçler başladı. Bu göçler bilhassa 93 harbi diye anılan 1877-78 mağlubiyetinden sonra yoğunluk kazandı. Muhacir Müslümanlar daha çok, padişahın kendi mülkü olan arazilerden yer gösterilerek iskân edildiler. Kendilerine bir süre için askerlik muafiyeti tanındı. 1893 yılında Ünye'de mühim bir kolera hastalığı salgını ortaya çıktı. Bunun üzerine Ünye karantina altına alınarak ve hastalığın başka yerlere yayılmasına karşı tedbirler alındı.

Balkan harbi ile başlayıp büyük seferberlik ve istiklal savaşı ile nerede ise kesintisiz olarak devam eden uzun savaş yıllarında yerli nüfus büyük sıkıntıya duçar olurken Kafkasya muhacirlerinin imtiyazlı konumda görünmesi sebebiyle, halk arasında ba zı hoşnutsuzluklar ortaya çıktı. Bu sebeple, 20 yüzyılın başlarında ortaya çıkan bazı eşkıya hareketleri muhacirlere karşı bir tavır takınmış gibi görünmektedir. Bunlardan özellikle Hekimoğlu ve Soytarıoğlu adlı şakiler çok ünlü ve halk katında itiba rlı idiler. Her ikisi de çatışmada öldürülen bu kişiler için yakılan türküler bölgede hâlâ söylenmektedir.

5. SEFERBERLİK, İSTİKLAL HARBİ VE CUMHURİYET DÖNEMİNDE ÜNYE

1914 yılında Ünye ve civarında çok sayıda can ve mal kaybına yol açan seller oldu. Aynı yıl, Osmanlı Devleti birinci dünya savaşına girdi. Bu savaş halk arasında "Seferberlik" diye anılagelmektedir. Doğu Anadolu'da Rusya ile yapılan savaşl ar kaybedildi ve Ruslar Harşit Irmağına kadar olan bölgeyi işgal ettiler. Bunun üzerine, işgal edilen bölgeden yeni ve büyük bir Müslüman ahali göçü başladı. Aynı sıralarda, Rusya ile işbirliği yapan yerli Ermeniler çeşitli yerlerde ve bu arada Canik bölgesinde isyan hareketleri başlattılar. Sarala adında reisi olan bir Ermeni eşkıya çetesi Ünye'nin köylerine baskınlar yapıyordu. Savaş sırasında cephe gerisinin emniyetini garanti altına almak için Osmanlı Hükümeti Ermeni nüfusun geçici olarak o zaman Türkiye'nin bir vilayeti olan ve kritik konumda olmayan Suriye'ye nakledilmesi kararını verdi. Ünye ve bazı köylerinde yaşayan Ermeniler de nakledildi. Savaş bitince herkes eski memleketine dönecekti. Fakat savaş kaybedilip Suriye Fransızlar tarafından işgal edilince Ermeniler de orada yerleştiler ya da Fransa ve Amerika'ya göç ettiler.

Birinci dünya savaşı Türk milletinin tarih boyunca uğradığı en büyük felaket oldu. Savaş öncesi elimizde bulunan toprakların üçte ikisinden fazlasını kaybettik. Askere alınan iki milyona yakın Mehmetçiğin dörtte biri geri dönebildi; kalanları şehit o ldu veya kayboldu. Bu ülke nüfusunun onda biri, erkek nüfusun beşte biri, eli iş tutabilecek nüfusun ise yarıdan çoğunun kaybedildiği mânâsına geliyordu. Binlerce yıllık tarihi boyunca Türk milleti ilk defa dünya çapında bir devlete sahip olmaktan çı kıp küçük bir coğrafyaya sıkışmıştı. Kurtuluş savaşındaki üstün gayretler olmasaydı, düşmanların bize o kadarını da fazla görecekleri şüphesizdi.

Savaşta Ünye kıtlık, göç ve sefalet çekti ise de, düşman işgali felaketine uğramadı. Sadece 1916 yılının Kasım ayı civarında Rus gemileri tarafından bombalandı. Halk arasında anlatıldığına göre, Şehnuz türbesi civarından Rus gemilerinin ateşine top a tışı ile karşılık verilmiştir. Ahali bunu Şeyh Yunus'un bir kerameti diye yorumlamıştır. Rusya'da komünist ihtilal yapılıp Kafkas cephesinde savaş sona erdikten sonra Ünye'ye ilk vapur 9 Nisan 1918 tarihinde mısır yüklü olarak gelmiş, bu münasebetle bir tören yapılarak dualar edilmişti. Savaş ve çok sayıdaki muhacir nüfus sebebiyle bu yıllarda Ünye ve bütün doğu Karadeniz'de sıtma salgını ortaya çıktı. Sıtma ile mücadele için Ünye'de ve birkaç merkezde laboratuvarlar ve sağlık tesisleri kuruldu.

Yunanlılar İzmir'i işgal edince Ünye halkı 21 Mayıs 1919 tarihinde toplu olarak hükümete telgraf çekerek bir an önce işgalin sona erdirilip adaletin sağlanmasını istemişlerdir. Bu sıralarda, Karadeniz bölgesindeki Rumlar da Pontus devletini ihya etme k hayaliyle çeteler kurmuşlardı. Ünye'de de bu gizli örgütün Müdafaa-i Meşruta Cemiyeti legal adı altında bir şubesi faaliyet göstermekteydi. Pontusçular bölgedeki müslüman ahaliye hücum edip yıldırmaya çalışıyorlardı. Orta ve doğu Karadeniz bölgesin de Rum nüfus % 15 civarında bir azınlık idi. Ünye'de ise Rumlar nüfusun % 7 kadarını oluşturuyordu. Nüfusu çoğaltmak için Rusya'da yaşayan Rumlar gemilerle getirilip Karadeniz sahillerine çıkarılıyordu. Pontusçu Rumları desteklemek için Yunan savaş g emileri Karadeniz sahillerini bombaladılar. Pontusçuların niyetinin ciddi olduğu anlaşılınca bölgedeki Türk ahali de silaha sarılıp direniş örgütleri kurdular. Daha sonra, Giresunlu milis kumandanı Topal Osman'ın önderliğinde Büyük Millet Meclisi'ne bağlı düzenli bir güç haline gelen Türk kuvvetleri Pontus çetecilerinin faaliyetlerine son verdi. Sonunda, bölgedeki Rum ahali yapılan anlaşmalar gereğince Yunanistan'a gönderildi; Yunanistan'da kalan Türkler de Türkiye'ye getirildi .

23 Nisan 1920 tarihinde Ankara'da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) Canik mebusu olarak Ünyeli Hasan Fehmi Efendi de bulunmaktaydı. Pontusçu Rumlara karşı daha iyi mücadele edilmesi için TBMM'de Giresun'un vilayet olması yolunda karar a lındı. Ordu kazası Giresun'a bağlanmayı reddedince, yeni bir TBMM kararı ile Ordu da vilayet yapıldı. Fakat Ordu'nun nüfusu ve çevresi bunun için yeterli değildi. Bu sebeple, Canik vilayetinin Ünye ve Fatsa kazalarının da Ordu'ya bağlanmasına karar v erildi. Ordulular vilayet olmak için gereken masrafı tamamen kendileri karşıladılar. Bu karar, coğrafi ve iktisadi farklılık sebebiyle tarih boyunca Ordu ile ilgisi pek az olan Ünye ve Fatsa'da büyük tepki ile karşılandı. Ünye ve Fatsa halkı TBMM'ne çok sayıda telgraf çekerek, bu kararın değiştirilmesi, Ünye'nin vilayet yapılıp Fatsa, Terme ve Karakuş'un buraya bağlanması isteklerini milletvekillerine bildirdiler. Ünye'de 17 Aralık 1920 tarihinde bunun için bir de miting yapıldı. Ancak bu teşebb üsler sonuç vermedi ve Ünye o tarihten bu yana Ordu'ya bağlı bir kaza olarak kaldı.

Cumhuriyet ilan edildikten sonra hazırlanan idari bölünüşe göre Ünye, Ordu iline bağlı bir ilçe idi. Karakuş nahiyesi 1954 yılında Ünye'den ayrılarak Akkuş adı ile ilçe haline getirildi. 1990 yılında da, Çaybaşı ve İkizce Ünye'den ayılarak ilçe halin e getirildi. Ünye'nin geçen yüzyıl sonlarında 10 bin civarına varan nüfusu, Cumhuriyet kurulduğunda uzun savaş yıllarındaki kıtlık, göç ve salgın hastalıklar sebebiyle azalmıştı. 1927 yılında yapılan sayımda şehir nüfusu 5443 bulundu. 1950'ye gelindi ğinde nüfus 8735 olmuş, 1960'ta geçen asrın seviyesini aşarak 11350'e ulaşmıştı. 1997 yılında yapılan son sayımda ise Ünye'nin nüfusu 54518 olarak bulundu.